beni affetmelisin bilog - seni kaç zamandır ihmal ettim.
beni kutlamalısın bilog - 22 yıldan sonra bir insandan nefret etmeyi başardım. ilk defa hissediyorum bu duyguyu, tuhafmış.
ben seni affetmeliyim aslında bilog. her şeyin suçlusu sensin.
29 Mayıs 2009
28 Mayıs 2009
kum cam mum
unuttuğum bir şarkıymış meğerse. unutulmasın. burayı okuyan herkes dinlesin. en çok da bu zamanlarda.
"farkında olmamayı" bilinçli olarak tercih eden herkese gelsin efendim. akşam radyosundan nadide bir eser şimdi sizlerle:
ne zaman gitti tren? / kesmeşeker.
"farkında olmamayı" bilinçli olarak tercih eden herkese gelsin efendim. akşam radyosundan nadide bir eser şimdi sizlerle:
ne zaman gitti tren? / kesmeşeker.
22 Mayıs 2009
bir tam gün içinde gelen ilk söz
20 mayıs'ta-sabah-ben-geldim-aşağıdaki-yazıyı-yazdım.
bu en hafif ihtimalle salaklık bence. (fuck you premonition!)
öğleden sonraysa klimtli küçük defterin aralarında bir yere
canım çok yanıyor,
yazmak kusmak gibi
kustukça canım yanıyor.
yazmışım.
ama 21 mayıs'ı en çok ben yaşadım. dünyadaki herkesten çok. dünyadaki herkes yaşıyorken ben yaşamıyordum o günü de ondan.
22 mayıs başlasın istedim yirmi dört saat boyunca. başladığında fark etmedim ama neyse.
"nasılsın?"
bugünün popüler sorusu buydu. hemen arkasından da "neyin var?" geliyor. nasıl mıyım? açıklayayım:
bir çuval var mesela, kocaman. alıyoruz, ağzını açıyoruz, içine de mutfaktaki bütün cam eşyaları dolduruyoruz. ne varsa ama. sonra salona geçip o çuvalı hızlıca birkaç sefer duvara çarpıyoruz. sonra da kapının yanına öylece bırakıveriyoruz. hah işte, o hikayedeki çuval benim.
az önce baktım da bir aydır sapasağlam duran o güzelim klimtli defterin ön kapağı yarısına kadar katlanmış çantanın içinde, bok gibi olmuş tabii görüntüsü. bugün olmuş ama niyeyse, bir ay önce değil. (fuck you klimt! you, artful deceiver!)
altın rengi küçük karaca rozetin iğnesinin bugün hırkamı giyerken elime batmasına da tesadüf diyenler var hâlâ. pantolonumun sol dizindeki kırmızı kalem lekesinin gözüme gözüme batması da bugün oldu nedense. bu da bir tesadüf. (sinirlenme! emredersiniz komutanım.)
ama yanılıyorsun, klimt seni hiç görmedi.
yanılıyorsun çocuk, mühim olan farkında olmak değil.
yanılıyorsun canımın içi, yanılıyorsun iki gözüm, olduğunu sandığım hiçbir şey değilsin.
susuyorum kuzum, adımlarımı hissetme diye yürümüyorum bile.
ama sen
göğsünden söküp attıklarını cebinde taşıyabiliyorsun ya bu da sana ömür boyu yetsin.
iyi yolculuklar, iki gözüm.
gözlerinden öperim.
bu en hafif ihtimalle salaklık bence. (fuck you premonition!)
öğleden sonraysa klimtli küçük defterin aralarında bir yere
canım çok yanıyor,
yazmak kusmak gibi
kustukça canım yanıyor.
yazmışım.
ama 21 mayıs'ı en çok ben yaşadım. dünyadaki herkesten çok. dünyadaki herkes yaşıyorken ben yaşamıyordum o günü de ondan.
22 mayıs başlasın istedim yirmi dört saat boyunca. başladığında fark etmedim ama neyse.
"nasılsın?"
bugünün popüler sorusu buydu. hemen arkasından da "neyin var?" geliyor. nasıl mıyım? açıklayayım:
bir çuval var mesela, kocaman. alıyoruz, ağzını açıyoruz, içine de mutfaktaki bütün cam eşyaları dolduruyoruz. ne varsa ama. sonra salona geçip o çuvalı hızlıca birkaç sefer duvara çarpıyoruz. sonra da kapının yanına öylece bırakıveriyoruz. hah işte, o hikayedeki çuval benim.
az önce baktım da bir aydır sapasağlam duran o güzelim klimtli defterin ön kapağı yarısına kadar katlanmış çantanın içinde, bok gibi olmuş tabii görüntüsü. bugün olmuş ama niyeyse, bir ay önce değil. (fuck you klimt! you, artful deceiver!)
altın rengi küçük karaca rozetin iğnesinin bugün hırkamı giyerken elime batmasına da tesadüf diyenler var hâlâ. pantolonumun sol dizindeki kırmızı kalem lekesinin gözüme gözüme batması da bugün oldu nedense. bu da bir tesadüf. (sinirlenme! emredersiniz komutanım.)
ama yanılıyorsun, klimt seni hiç görmedi.
yanılıyorsun çocuk, mühim olan farkında olmak değil.
yanılıyorsun canımın içi, yanılıyorsun iki gözüm, olduğunu sandığım hiçbir şey değilsin.
susuyorum kuzum, adımlarımı hissetme diye yürümüyorum bile.
ama sen
göğsünden söküp attıklarını cebinde taşıyabiliyorsun ya bu da sana ömür boyu yetsin.
iyi yolculuklar, iki gözüm.
gözlerinden öperim.
20 Mayıs 2009
gelincik tarlası
* ben mi yaptım bilmiyorum. yaparken fark etmedim. yaptığımı unuttum, kayboldum. geldin buldun, geldim sardın. sanki hep vardın, sen karşımdaki sandalyeden bana bakarken ben senin nasıl olup da hep varolabileceğini düşünüyordum. masadaki şeker tanelerine parmağımı banarken.
* sen uyurken ben "sen"i "ben"den ayırmayı kuruyordum. sen nefes alırken ben veriyordum. dalgalanarak yol alıyorduk ve sen hiç olmadığın kadar ısınıyordun o anlarda. ben kaybolmuştum, ihtimal ya sen de kayıptın. ikimiz de uyurken vardık bir tek, onun dışında kayıptık. uyuduğumuz anların gerçekliğine güvenebilirdik sadece, zaten başkaca bir gerçeklik yoktu, kimse tasavvur etmemişti.* buysa kapanış resmiydi, yaşayıp bitirmenin ifadesi. kadın ve adam kutup çizgisinde buluştuğunda mutlu son imkansızdı. ya koş geç çizgiyi ben ne olduğunu bile anlamadan ya da bekle insanların dünyanın düz olduğuna yeniden körü körüne inandıkları zamanı.
* sen uyurken ben "sen"i "ben"den ayırmayı kuruyordum. sen nefes alırken ben veriyordum. dalgalanarak yol alıyorduk ve sen hiç olmadığın kadar ısınıyordun o anlarda. ben kaybolmuştum, ihtimal ya sen de kayıptın. ikimiz de uyurken vardık bir tek, onun dışında kayıptık. uyuduğumuz anların gerçekliğine güvenebilirdik sadece, zaten başkaca bir gerçeklik yoktu, kimse tasavvur etmemişti.* buysa kapanış resmiydi, yaşayıp bitirmenin ifadesi. kadın ve adam kutup çizgisinde buluştuğunda mutlu son imkansızdı. ya koş geç çizgiyi ben ne olduğunu bile anlamadan ya da bekle insanların dünyanın düz olduğuna yeniden körü körüne inandıkları zamanı.
13 Mayıs 2009
far far away - (by default)
enine ölçünce hakikaten uzak. boyuna ölçülmüyor ki zaten, şaşkın heidi. o zaman rusya'ya* gitmiş olurdu. halbuki van'a gitti adam alt tarafı.
alt tarafı üst tarafı anlamam ben. gitti sonuçta. bir haftanın yarısı geçti, kaldı diğer yarısı. bu bir haftayı daha önceki bir haftalık datça yokluğuna eklersek iki hafta yapar ki bu da heidi'ye malum adama okkalı bi ceza verme hakkını/imkanını tanır. di mi kıristofır, evet vivyın.
(ben bunları buraya yazıyorum şimdi ama eminim sosyolog adam bundan hoşlanmaz, çocuk musun nesin al yanaklı heidi der, kızar filan. ben de bi mantı açarım, iki börek sararım geçer, barışırız.)
o diil de hakikaten uzakmış van. ülke dediğin ne garip şey hafız. sınırları var ama bir ucu öbür ucuna bazen ne kadar da kavuşmaz olabiliyor. ama yine de bir bütün ülke olarak geçiyor atlaslarda. türkiye ülkesi. yüzölçümü bıdı bıdı m2, nüfus bilmem kaç... geç bunları anam babam geç, kaç kişi ayrı o ülke sınırları içinde, kaç kişi sınır çizgileri öpüşsün diye gün sayıyor sen ondan haber ver sayın ülke. seni ancak o zaman ciddiye alabilirim.
özgürce saçmaladığım bu postu bitirirken siz sevgili okuyucuya shrek 2 isimli filmdeki can sıkıcı eşeğin geldik mi geldik mi geldik mi isyanını hatırlatır, başlıkta da bu sahnede shrek isimli yeşil devin cevabına referans verdiğimi bildiririm. hayır eşek, daha gelmedik. çok çok uzaklar... far far away country.
* aşağıda ve yukarıda, dikine konumlanmış onca ülke varken neden rusya? hiçbir fikrim yok.
(biri beni sinemaya götürsün, tercihan derviş zaim'in nokta'sına).
alt tarafı üst tarafı anlamam ben. gitti sonuçta. bir haftanın yarısı geçti, kaldı diğer yarısı. bu bir haftayı daha önceki bir haftalık datça yokluğuna eklersek iki hafta yapar ki bu da heidi'ye malum adama okkalı bi ceza verme hakkını/imkanını tanır. di mi kıristofır, evet vivyın.
(ben bunları buraya yazıyorum şimdi ama eminim sosyolog adam bundan hoşlanmaz, çocuk musun nesin al yanaklı heidi der, kızar filan. ben de bi mantı açarım, iki börek sararım geçer, barışırız.)
o diil de hakikaten uzakmış van. ülke dediğin ne garip şey hafız. sınırları var ama bir ucu öbür ucuna bazen ne kadar da kavuşmaz olabiliyor. ama yine de bir bütün ülke olarak geçiyor atlaslarda. türkiye ülkesi. yüzölçümü bıdı bıdı m2, nüfus bilmem kaç... geç bunları anam babam geç, kaç kişi ayrı o ülke sınırları içinde, kaç kişi sınır çizgileri öpüşsün diye gün sayıyor sen ondan haber ver sayın ülke. seni ancak o zaman ciddiye alabilirim.
özgürce saçmaladığım bu postu bitirirken siz sevgili okuyucuya shrek 2 isimli filmdeki can sıkıcı eşeğin geldik mi geldik mi geldik mi isyanını hatırlatır, başlıkta da bu sahnede shrek isimli yeşil devin cevabına referans verdiğimi bildiririm. hayır eşek, daha gelmedik. çok çok uzaklar... far far away country.
* aşağıda ve yukarıda, dikine konumlanmış onca ülke varken neden rusya? hiçbir fikrim yok.
(biri beni sinemaya götürsün, tercihan derviş zaim'in nokta'sına).
6 Mayıs 2009
beklerken
mayıs geldi. ben dün hayatımda ilk defa hıdrellez'i unuttum. bu iyi bi şey mi bilmiyorum. hatırlayınca aklımdaki parşömene çiziverdim dileğimi. sübhaneke amin.
boğulacak kadar çok mutluluk ya da bol baloncuk öpücük.
ikisi de aynı şey.
boğulacak kadar çok mutluluk ya da bol baloncuk öpücük.
ikisi de aynı şey.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)