22 Ocak 2009

puf-çuf

homini gırtlak... pufidi kandil... tumba yatak...
şeklinde bir özet çıkardım ve bugünlerde hatrımı sorana onu sunuyorum hemen. görüldüğü üzere bolca uykuya işaret ediyor bu cümle. yaklaşık 10 saat, yaaaaaa.
sonra bidolu rüya. tuhaf rüyalar. bazen 'arkası yarın' bazen de 'uyumaya devam ederseniz rüyanızın devamı 5 dakika sonra başlayacaktır' anonslu rüyalar.
meselâ geçen yıl öyle bir rüya dizisi vardı. fotoğrafçıya gidiyorum, tam 24 adet vesikalık çektiriyorum. bir ay sonra bir gece yine rüyamda aynı fotoğrafçıya giriyorum ve ben bir ay önce fotoğraf çektirmiştim, onları alcaktım diyorum. iyi gülmüyo bana adam, çıkarıp veriyor fotoğraflarımı kibar kibar.
uyanınca kızıyorum tabii kendime, deli heidi diyorum, normallllll ol biraz diyorum. cümle insan uykusunda gezer, sen rüyanda geziyorsun. hem de planlı programlı. bu kadar da kontrolfirik (evet Frenkçe) olunmaz diyorum.
ne ise...
gerisi yemek işte. stabil bir hayat. gözünü sevdiğim rutin. kanepe-mutfak-yatak üçgeninde akıl almaz hızla akan zaman. yazdan derin dondurucuya doldurduğum kitaplar da bitince el işine vurucam kendimi artık, söz. geçen kış verimli geçmişti, bir kazak, bir hırka, bir atkı sığmıştı bir küçük aya. bu yıl da incik-boncuk yaparız bi şeyler. nasıl olsa nohut oda-bakla sofa-mercimek atölye. komikmiş mercimek atölye.
tebdil-i mekan derseniz ı-ı yok derim. cumartesi-pazar için ufak bir tren yolculuğu, ailecek bir özümüze dönüş operasyonu, beni babamın köyünün yağmurlarında yıkasınlar talebi, hadi gel köyümüze geri dönelim coşkusu duruyor ufukta ama, tren kırmızısı, camın demirine tutunan ellerin avuçlarına yapışan kekremsi demir kokusu, tren camından kafamızı çıkarınca kuş yuvasına dönen saçların görüntüsü, çocukluğumun en güzel yazlarından birine ev sahipliği yapmış ova ve dere bütünlüğündeki o müthiş arazinin manzarası, türlü mahluğun kış akşamı senfonik armonisini izleme fırsatı, köydeki evin karşısındaki elektrik direğinin müzmin misafiri leylek hanfendinin duyabildiğimiz ya da duyamadığımız tak-takları gibi bisürrrü sebep bile totomu kanepeden kaldırma konusunda bu sefer yeterince ikna edici olamıyor ne yazık ki.
ben de ne yapıyorum, geo challenge ile kendi hareketsizliğime meydan okuyorum. yeni ödüller kazanıp puanımı arttırdıkça seviniyorum. daha fazla bayrak tanıyorum artık, daha fazla şehir. ne işime yarayacak bilmiyorum ama ufku geniş insanlar böyle genişletiyor ufuklarını diye sanıyorum.
biz mi büyüdük, televizyon mu daha çok kirlendi? alın size güzel bi muamma. meselâ ben küçükken eşyaların bize oyun oynadığını düşünürdüm. bir yıl önce giydiğim tişört ertesi yıl küçük gelince şaşıran bana annem o malum açıklamayı yapardı hep: e büyüdün kızım. o gider gitmez ben dolaptaki giysilere şöyle bir göz kırpar, hınzırca gülümserdim. biz büyürken eşyalar niye yerinde dursun diye isyan ederdim. eşyalar da küçülüyordu aklımca. kimse buna dikkat etmiyordu, ya da böyle bir şeye ihtimal vermiyordu ama bütün o kıyafetler küçülüyordu işte. değişime ayak uydurmak için. kendi meşreplerince.
daha anlatçam, ayrılmayın siz. çay koyup geleyim ben, sonra yastık sohbeti yaparız, e sonra yatak vakti, rüya zamanı...

Hiç yorum yok: