gitmedim ben. hâlâ buralardayım. biraz gümrah ırmak olmuş olabilirim geçen günlerde, biraz da akmış olabilirim ama buralardayım hâlâ.
"güzel zamanlar koleksiyoncusu" diye gerçeküstü romantik türde yazılmış kitap olur bence. egoist ve içine kapanık koleksiyoncu olmak istiyorum. kimse görmesin ve bilmesin ne biriktirdiğimi. peçete ya da pul koleksiyonu gibi elle tutulur bir koleksiyon değil ki bu koltuğa serip komşunun kızını çağırıp gösterelim.
neyse, ne diyorduk. güzel zamanlar, evet. kuledibi'ndeki konak pastanesi'nde bir gece var mesela. "güzel adam"ı güzel ötesi galata kulesi'yle aynı kareye oturtmuş ve seyre dalmış bir biçimde otururken soğuk havaya rağmen müsebbibi omzumdaki battaniyeden çok karşımdaki sıcak kütleye çarpan nefesim olan bir sıcaklık kaplarken burnumu ve dudaklarımı, istanbul tüm güzelliğiyle bir film seti kurup üç yanımıza, sarı ışıklarını üzerimize tutmaktayken düşündüm ben güzel zamanları ve koleksiyonculuğu.
neden sonra taksim parkı'nda çay içerken duyduğum "sen benimle ne yapacaksın?" sorusunun pek de güzel cevabı olabilirmiş aslında bu koleksiyon meselesi. güzel adamın güzel zamanlarının koleksiyonunu yapacağım sadece. olmaz mı ki? niye ki? lütfen olsun. ludven hatta.
aylardır istediğim akide şekerinin peşinde tramvayla yarışırken güzel adam, azılı bir korsika kadınına dönüşmüşken ben, şekeri bulma ve bulamama telaşlarından ibaret bir yaşamacacılık olsun bizimkisi. günlerdir masamda duran akide şekeri kutusu güzel zamanlar televizyonum olsun benim, içine bakıp bakıp kaybolmacalı, çok renkli televizyon.
öyle ayrıksı ve billur hâller içindeyiz işte. zaman mı? çok hızlı, çok hızlı...
30 Eylül 2009
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder