sabah metroya yürüyorum, bugünün cuma olduğunun içten içe ayırdına vararak. poğaçamı ve dergilerimi almışım, sabahtan başka bir beklentim yok. yine durmayarak fakat yürüyerek iniyorum yürüyen merdivenleri (çünkü "merdiven yürüsün kardeşim, bana ne ben merdiven miyim"ci değilim, evet) ve turnikeden sorunsuz bir geçiş yapıyorum. güvenlik görevlisinin dikkatini bile çekmiyorum, elindeki tuhaf cihazı bana yaklaştırmaya yeltenmiyor çünkü. o sırada kağıt parayla akbil yükleme makinesinin "lütfen sadece kağıt para girişi yapınız!" anonsu istasyonda iki kez yankılanıyor ve tam arkamda turnikeden geçmek üzere olan adam büyük bir panikle güvenlik görevlisine bakıyor ve "bunun kağıt para girişi nerde?" diyor. şimdi adama hep birlikte gülelim hohoho olsun diye yazmıyorum bunu ca'nım okur. olur böyle durumlar demek lazım ki hakikaten oluyor. mecidiyeköy'de kayboluşumu hatırlıyorum da mesela ne fenaydı. hisarüstü'ne ilk gelişimde beşiktaş'tan aktarmalı geldiğim için sonraki gelişimde avrasya maratonu sebebiyle yaşanan trafik kargaşında kendimi mecidiyeköy'de bulunca fena afallamıştım. o korkunç yağmurda mecidiyeköy'den beşiktaş'a gitmenin yollarını aramıştım. halbuki doğrudan hisarüstü var ama yok ben illa beşiktaş'tan geçip gideceğim. hey allahım... sonra tabii iett'ye binip "bi beşiktaş" demişliğim de var ama onu şimdi söylemeyeyim, çok gülersiniz.
kapa parantez ve devam
işte metro yolculuğunu da tamamlayıp vali konağı'na çıkınca sakin sakin yürümeye devam ettim bir süre. bir yerde yeşili yakaladığım için hemen karşıya geçtim ama sonraki ışıkta kırmızıya yakalandım. yolun kenarında durmuş beklerken birden bir martı alçalarak gelip tam önümde hareket halinde olan taksinin tavanına çarpıp yolun ortasına düşüverdi. herkeste bir şaşkınlık oldu, karşı kaldırımdan biri aaaaaaa dedi. o iki saniyelik sürede herkes dondu. sonra ben yola doğru seğirtince başka bir taksi birden gaza bastı ve biz ne olduğunu anlamadan martının kanadından geçti - taksiciye yöneltilen sinkaflı laflar için hikayenin tamamlanmasını bekleyiniz - tam o anda yanımdaki eli öpülesi yaşlı adam arabalara dursunlar diye bağırdı. herkes bi trans hali içine girmişken ben yolun ortasına koşup kucakladım martıyı ve götürüp kaldırımın kenarına koydum. öyle küçük, öyle güzeldi ki ve öyle çaresiz bakıyordu ki. hayatımda gördüğüm en vurucu manzaralardan biriydi. birkaç kişi kaldırıma toplandı, uzaktan baktı; yanımdaki yaşlı adamın yanına orta yaşlı tema vakfı çantalı bir kadın eklendi. olay anını görmediği için ne olduğunu kısaca anlattık. üçümüzün dışındaki çılgın kalabalık takriben 8 saniye sonra puf oldu. bizse martıyı incelemeye aldık. görünürde kanama falan yoktu ama yerinden de kalkamıyordu. veterinere götürmeli dedik, belki yapılacak bi şey vardır. tema vakfı çantalı kadın kucakladı ve ben biliyorum, götürürüm dedi. yaşlı adamla bense martıyla vedalaşıp ayrıldık. umarım korktuğu için kalkamamıştır yerinden ve gerçekten ezik ya da kırık değildir kanadı ya da bacağı.
sana gelince taksici, söyleyecek söz bulmak kolay değil. orada yeşil yandığını görüp geçmeyi akıl ediyorsun da yolun ortasında yatan martıyı görüp geçmemeyi nasıl akıl edemiyorsun bilemiyorum. tek tarafa mı işliyor senin beynin kuzum? illa "yeşil ama martı varsa kırmızı" diye yeni bi ışık mı yaptıralım senin için? olmaor ben anlamoor, nasıl, niye bu kadar uzaklaştık, hissizleştik. canlı kardeşim o canlı, senin üstüne bassalar nasıl canın acır, onun da acıyor salakçım. aynı şeyleri hissediyor seninle. yani aslında senin hissetmediklerini hissediyor diyelim. formu kuş diye formu insan olan senden daha az kıymetli değil benim gözümde, hatta senden ve senin gibilerden kat kat daha üstün. ama yok insan olmazsınız ki siz. önce gözü açmak lazım, görmek lazım. fark etmek lazım. umarım fark edersiniz birgün. martının yerinde yatanın çocuğunuz olmasına gerek kalmadan. umarım.
31 Temmuz 2009
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
ah heidi hanımcığım..geçmiş olsun martımıza..ağzına sağlık.çok yanlış yerlerdeyiz de du bakalım.ne zaman düzelicez.
Yorum Gönder