31 Temmuz 2009

metro adamı ve martı

sabah metroya yürüyorum, bugünün cuma olduğunun içten içe ayırdına vararak. poğaçamı ve dergilerimi almışım, sabahtan başka bir beklentim yok. yine durmayarak fakat yürüyerek iniyorum yürüyen merdivenleri (çünkü "merdiven yürüsün kardeşim, bana ne ben merdiven miyim"ci değilim, evet) ve turnikeden sorunsuz bir geçiş yapıyorum. güvenlik görevlisinin dikkatini bile çekmiyorum, elindeki tuhaf cihazı bana yaklaştırmaya yeltenmiyor çünkü. o sırada kağıt parayla akbil yükleme makinesinin "lütfen sadece kağıt para girişi yapınız!" anonsu istasyonda iki kez yankılanıyor ve tam arkamda turnikeden geçmek üzere olan adam büyük bir panikle güvenlik görevlisine bakıyor ve "bunun kağıt para girişi nerde?" diyor. şimdi adama hep birlikte gülelim hohoho olsun diye yazmıyorum bunu ca'nım okur. olur böyle durumlar demek lazım ki hakikaten oluyor. mecidiyeköy'de kayboluşumu hatırlıyorum da mesela ne fenaydı. hisarüstü'ne ilk gelişimde beşiktaş'tan aktarmalı geldiğim için sonraki gelişimde avrasya maratonu sebebiyle yaşanan trafik kargaşında kendimi mecidiyeköy'de bulunca fena afallamıştım. o korkunç yağmurda mecidiyeköy'den beşiktaş'a gitmenin yollarını aramıştım. halbuki doğrudan hisarüstü var ama yok ben illa beşiktaş'tan geçip gideceğim. hey allahım... sonra tabii iett'ye binip "bi beşiktaş" demişliğim de var ama onu şimdi söylemeyeyim, çok gülersiniz.
kapa parantez ve devam
işte metro yolculuğunu da tamamlayıp vali konağı'na çıkınca sakin sakin yürümeye devam ettim bir süre. bir yerde yeşili yakaladığım için hemen karşıya geçtim ama sonraki ışıkta kırmızıya yakalandım. yolun kenarında durmuş beklerken birden bir martı alçalarak gelip tam önümde hareket halinde olan taksinin tavanına çarpıp yolun ortasına düşüverdi. herkeste bir şaşkınlık oldu, karşı kaldırımdan biri aaaaaaa dedi. o iki saniyelik sürede herkes dondu. sonra ben yola doğru seğirtince başka bir taksi birden gaza bastı ve biz ne olduğunu anlamadan martının kanadından geçti - taksiciye yöneltilen sinkaflı laflar için hikayenin tamamlanmasını bekleyiniz - tam o anda yanımdaki eli öpülesi yaşlı adam arabalara dursunlar diye bağırdı. herkes bi trans hali içine girmişken ben yolun ortasına koşup kucakladım martıyı ve götürüp kaldırımın kenarına koydum. öyle küçük, öyle güzeldi ki ve öyle çaresiz bakıyordu ki. hayatımda gördüğüm en vurucu manzaralardan biriydi. birkaç kişi kaldırıma toplandı, uzaktan baktı; yanımdaki yaşlı adamın yanına orta yaşlı tema vakfı çantalı bir kadın eklendi. olay anını görmediği için ne olduğunu kısaca anlattık. üçümüzün dışındaki çılgın kalabalık takriben 8 saniye sonra puf oldu. bizse martıyı incelemeye aldık. görünürde kanama falan yoktu ama yerinden de kalkamıyordu. veterinere götürmeli dedik, belki yapılacak bi şey vardır. tema vakfı çantalı kadın kucakladı ve ben biliyorum, götürürüm dedi. yaşlı adamla bense martıyla vedalaşıp ayrıldık. umarım korktuğu için kalkamamıştır yerinden ve gerçekten ezik ya da kırık değildir kanadı ya da bacağı.
sana gelince taksici, söyleyecek söz bulmak kolay değil. orada yeşil yandığını görüp geçmeyi akıl ediyorsun da yolun ortasında yatan martıyı görüp geçmemeyi nasıl akıl edemiyorsun bilemiyorum. tek tarafa mı işliyor senin beynin kuzum? illa "yeşil ama martı varsa kırmızı" diye yeni bi ışık mı yaptıralım senin için? olmaor ben anlamoor, nasıl, niye bu kadar uzaklaştık, hissizleştik. canlı kardeşim o canlı, senin üstüne bassalar nasıl canın acır, onun da acıyor salakçım. aynı şeyleri hissediyor seninle. yani aslında senin hissetmediklerini hissediyor diyelim. formu kuş diye formu insan olan senden daha az kıymetli değil benim gözümde, hatta senden ve senin gibilerden kat kat daha üstün. ama yok insan olmazsınız ki siz. önce gözü açmak lazım, görmek lazım. fark etmek lazım. umarım fark edersiniz birgün. martının yerinde yatanın çocuğunuz olmasına gerek kalmadan. umarım.

30 Temmuz 2009

yolun ilk çeyreğinde hayattan çıkarılan ilk ders

çocuksun daha heidi, biliyorsun di mi? kırk fırın değil kırk bin fırın ekmek yemen lazım daha büyümek için. anlamadığın ne kadar çok şey var hayatta. sen farkında olmadan doksan dokuz koldan akıyor hayat. herkesin kendine göre bir gerçekliği var ve herkesinki en çok kendini yakıyor. kendi küçük pencerenin elverdiği kadar görüyorsun dünyayı; a dünya buymuş, bu kadarmış diyip yaşıyorsun; sonra bi açılıyor öbür pencere, feleğini şaşırıyorsun. bakakalıyorsun öylece giden geminin ardından, serde çocukluk var, ağlıyorsun.

ve fekat başkasının zamanı senin zamanına toslamadan akıp geçmiş oluyor, yetişemiyorsun. düzelteyim diyorsun, koşayım arkasından, durur da bir el verirse ne ala, yoksa ömrün boyunca taşıyorsun cebinde yanlış ata oynamanın faturasını.

koş yakala, sarıl sımsıkı, belki öyle munis, öyle yumuşak elli bir adamdır ki o kadın görür seni de hâlâ çocuk olduğunu unutursun azıcık.

hamsın daha, piş de yanma inşallah.

24 Temmuz 2009

yatay limit

-iki gündür beş kere "izbe" ve "mezbelelik" sözcüklerini harmanlayıp "izbelelik bir yer" dedim. bahsettiğim yer neresi, bilmiyorum.

mezuniyeti inkar ediyorum,kristofır. iş dünyası tek dişi kalmış canavar gibi duruyor uzaktan bakınca, korkuyorum. maslak'ta kayboldum mesela geçen gün çünkü yarım saatte bir plazayı bulamadım. vızır vızır geçen arabaların arasından ceylan gibi sekince bir süre, sex and the city usülü içi boş ve nahoş dizilerde gördüğümüz kendini güçlü sanan topuklu kadınlara (sadece ayakkabı topuğu ve kadın olunca "topuklu kadın" oluyor) benzettim kendimi. üstelik ortada bir mr. big olmadığı da açıktı. hatta belki kimse dizinin sonunda gelip "evet, seni seçtim heidi, kadınım ol" demeyecekti. ya da öyle bir şey diyen olursa ben zaten onun kafasını gözünü yaracaktım.

ahir zamanın en alengirli bay b.'si ben onu beklediğim zamanlarda hiç gelmedi ya artık benim canım onu beklemek istemiyor. bir akşamüstü merhabası daha eksilsin varsın, zaten kendisi hızla şekil değiştiriyor. metro istasyonunda bir aksi durak, beş dakikalık bir gecikmeden doğan beklenmedik bir kesişme... bay b. dediğin bundan ibaretse artık ben yaşanmamış bir yarımlık kadar olası buluyorum bu olmamışlığımızı. içimden selamlıyorum sessizliğini, aklımın içindeki hayalden öpüp yürüyen merdivene koşuyorum. bazen ne kadar da yoruluyorum sana bakınca, yaşlandığım yılları taşıyorsun yanında farkında olmadan. benim sana yüklediğim ne varsa eksiltiyor seni gözümde, olmadığın her şey için seni suçluyorum belki, affet.

uzunca bir süredir tekrar etmiyorum seni, böyle böyle kaybolur musun ezberimden bilmiyorum. ne olursa olsun, birkaç sene boyunca severken en çok kırılıp dağıldığım ama dokunurken bir o kadar cimri kaldığım, şimdiyse kendi ellerimle inşa ettiğim tuhaf bir sanrı olduğunun ayırdına vardığım biri için az ama öz bir hesaplaşma yazısı yazmalı deyip açıyorum bu sayfayı.
böylece bir iç parantez de kapanıyor senin dahilinde bilog, haberin olsun. yükün 1/5 oranda hafifledi.

ilgili adamın dikkatine: yarın cumartesi sanırım. bir su kenarı bul bize, ayaklarımızı sokalım. biraz da kum olsun, bilirsin ben kumda yüzmeyi severim.
akşama saçımın her teline bir kum tanesi yapıştırıp dönelim, yanaklarımız güneşten kıpkırmızı, alnımız gün ışığında sımsıcak.

kum, deniz kızının vergi puludur. her sene en az bir tane bulup alnına, burnuna ve avuçlarına yapıştırmak lazım. yoksa denizi unutur, denizi unutursa da bir daha iflah olmaz, meczup olur.

o yüzden diyorum ki bir deniz bul bize, biraz da kum. uyarına gelirse bir plaj şemsiyesi de olmazsa tepemizde çok memnun olurum, şezlong falan da istemez hani.

22 Temmuz 2009

ikiyüzlülük psikolocik bir vakadır

ikiyüzlü insanlardan nefret ediyorum bilog. hele yılan kadınlardan tiksiniyorum. yüzüne gülen, sırtını pış pışlayan bir kadının aslında arkandan konuşup "a o mu, ay çok kötü bir insan o" demesini kaldıramıyorum. aklım ermiyor ki, erse kaldıracağım. bu insanlarda organizma, metabolizma filan nasıl çalışıyor acaba? nasıl bir kafa karışıklığı bu?
sayın dişi, benim sana verebileceğim şey belli: arkadaşlık. başka bir şey vaat ettim mi? hayır. sürpriz paket değilim, içeriğim belli, görerek alıyorsun. o zaman arkadaşımsan çok lütfen tutarlı bir ilişki kuracaksın di mi? benden içten içe tiksiniyorsan neden dibimdesin? neden yüzüme ay canım, şekerim yapıyorsun? e arkadaşımsan ve beni seviyorsan niye arkamdan millete kötü diyorsun? neyime kötü diyorsun, ha canım kardeşim?
zengin de değilim ki ben yanımda dolaşıp maddi çıkar sağlamaya çalışıyor diyeyim.
salak mısın yahu, bi pencereyi aç, temiz hava al, aklın başına gelsin. o kadar sene hiç mi durup düşünmüyorsun ülen ne yapıyorum ben diye. bu kızın burada yüzünü yalıyorum, sonra gidip oradaki çocuğa bunu kötülüyorum. mantıklı iş mi bu diye soracak bir mekanizma çalışmıyor mu sende şeker? o zaman sen önüne gelen herkesin peşine takılıyorsun; canın sıkılınca, muayyen günlerinde, yakışıklı sevgilin seni terk ettiğinde, lan bu hatice'nin saçı niye bu kadar güzel, ayşecan neden bu kadar zayıf diye takıp ezik halinle kendince acınası intikamlar alıyorsun. hayattan beklentin, alacağın bu senin herhalde. tabii, bir "kadın" olarak başka türlü hayat nasıl geçer yoksa. kıçım genişlemesin, kıllarım çok uzamasın, spor yaptığımı tanıştıktan sonraki 5 saniye içinde lafın arasına sıkıştırmalıyım çünkü vücudumun gelişmesi beynimin gelişmesinden daha önemli evet, parti mi yapıyoruuuuuuuz, hemen geliyorum, şuradaki marka ayakkabıyı giyemeyen ezikler için hep birlikte tezahürat yapalım, benim babamın çok parası yok ama son kuruşla da olsa alırım o marka ayakkabıları da ezikliğimi hiç çaktırmam, vızır vızır vızır...
böyle bir insansın o zaman sen, yazık.

cinsimi sevmiyorum galiba ben anacım. feministlerden zaten nefret ediyorum ama misojeninin de haklı tarafları var demek ki baksana. insan böyle örnekler görünce düşünmeden edemiyor. demek bu yüzden ben aynı cinsi paylaştığım insanlarla olan arkadaşlık ilişkilerimi bu kadar sınırlı tutuyormuşum senelerdir. bir bildiğim varmış demek ki.

ders çıkar heidi, ders çıkar. şapkasını, paltosunu, şemsiyesini ver, gitsin. boşver. erken kalkan yol alır nasılsa. kendisi gibi insancıkların yaşadığı diyarlarda ona başarılar diliyoruz, gözlerinden öpüyoruz.

günde bir kere "fuck you bitch" deme hakkım olsaydı onu şimdi kullanırdım.

15 Temmuz 2009

bikaç tespit yapıp gidicem,şekerim

herhangi bir mevsimde, öğleden sonra vakitlerinde istanbul sınırlarındaysak, dışarıda birden yağmur başladıysa ve biz dışarıda değil ofisteysek yapılacak en akıllıca hareket levent yüksel'in ilk albümünü açıp dinlemektir. o nasıl bir melodidir, nasıl bir ahenktir öyle.

yazın ortasında hala denize gidememiş insanlar akşamları küveti doldurup çıppıdı çıppıdı eğlenebilir, bunun kimseye hiçbir faydası olmadığı gibi zararı da yoktur. bronzlaşmak isteyenlerin işini de mikrodalga fırınlar gayet iyi görebilir.

adrese dayalı nüfus kayıt sistemi dünyanın en gereksiz uygulamasıdır, bir ülkenin vatandaşına yapabileceği en büyük zulümdür.

taze çekilmiş, sütsüz kahveyle en iyi giden şey yaygın kanının aksine sigara değil iki adet çikolata parçacıklı bisküvidir.

bu bilog maksadını aşmadan yazar kişisi evine gidip uyumalıdır.

6 Temmuz 2009

balo sevinci

bin atlı önceki gece güney çimlerde çocuklar gibi şendik. güney güney olalı böyle şenlik görmüş müydü bilmiyorum ama ben görmemiştim. herkes daha bi büyümüş sanki dört senede, ya da takım elbise yüzünden bana öyle geldi.
usturuplu başlayan yemek, çimlerde çıplak ayakla dans etmeye kadar vardı. okulu sayfiye yeri olarak görmenin muhteşem zevkini tatmak bünyelerde derin izler bıraktı. okulun güvenliği beni ayakkabılarımı giymeye ikna etmeye çalıştı birkaç kez - çünkü çimlerde cam varmış - lakin müspet bir sonuç alınamadı. e sonunda o camlar benim ayağıma battı mı, battı. acıdı mı? hayır, hiç sanmıyorum.
ters ışıkta ve düz ışıkta çekilmiş onlarca fotoğrafım var şimdi. koskoca dört seneyi devirdik boun'da kristofır, biliyorsun. neler neler var o dört senenin içinde, anlatsam şaşırırsın. ben 17 değilim artık, 22'yim. arada koskocamaaaaaan bi fark var.

(benim fikrimi sormadan beni mezun eden okuluma buradan teşekkürlerimi gönderiyorum. kim dedi size ben mezun olmaya hazırım diye! okul beni al, okul beni sar, bağrına bas!)
for rizıns of pırayvisi, fotoğraf paylaşmıyorum ama siz beni, siyah küçük elbisemi, yüksek topuklarımı, 32 dişimi ve sonsuz sevincimi aklınızda bir kareye yerleştiriverin kuzum.



heidi mezuncuk oldu, çiçekli zamanlar bunlar, tadını çıkarmalı.