29 Ağustos 2009

Ach, ich brauche beim Friseur zu sein!

sabah saçını kısacık kestirip gelen ev arkadaşımı görünce saçlarımla çok uzun süredir oynamadığımı fark ettim ve hemen kuaföre koşmak geldi içimden. geçen 8 yıldan beri yaptığım tek değişiklik yedi ay önce uçlarını maviye boyatmaktı. istek birden gelmişti ve vakit kaybetmeden gidip yaptırmıştım. fena da olmamıştı aslında. akınca tekrar boyamıştım, bu sefer yeşil olmuştu. sonra okaliptüslü olips şekeri rengi. sonra yine mavi. bi de mor yapayım mı derken mezun olmuşum haberim yok. kampüsten ofise taşınmış saçlarım ve iş dünyası "mor ciddiyetsizliği"ni kaldırmaya hazır değil henüz. ileride de olur mu bilmem.

ama kuaföre gidesim var bilog, bil yani. belime kadar uzun, düz ve siyah saç güzel tamam, ama dokunasım var yine de.
ah beni vazgeçirmeseydiniz, haziranda gidip küt kestiriyordum işte. çocukken olduğu gibi.

"saçmalama, depresif kadın modeline mi bağlayacaksın hemen" diyenleriniz olmasaydı şimdi en fazla omuz hizasında olacaktı saçlarım.
artık da o kadar kısa kestiremem ki, kış geliyor.

abla: perma falan mı yaptırsam acaba?
kardeş: yaptır yaptır da annem seni eve almasın.


nöt: almanca bilenler başlıktaki cümleyi dil bilgisi açısından kontrol etmeye kalkmasınlar, çok pis döverim. içimden geldiği gibi yazdım, brauchen+Akk. dışında bir kalıp olmayabilir, götümden uydurmuş olabilirim yani. wünschen falandır onun doğrusu ama neyse.

27 Ağustos 2009

esin özbek ve yadırganası merak. hedefi değişken tuhaf bir rahatsızlık hissi. iyileşme isteği. bu iş çok zor yonca sorunsalı.

sabah gazete büfesinde 24 sayfalık bir uykusuz'la ve içinde mini 7. yaş eki olan bir penguen'le karşılaşmak beni ancak bu kadar mutlu edebilirdi herhalde.
uykusuz'un içinde esin özbek'e ve "kız olmaktan tiksindiğim anlar"a rastlamak da bu kadar şaşırtabilirdi herhalde.
o diil de esin özbek evlenmiş geçen yıl. kiminle acaba?

o da diil de julio medem usulü bir kadercilik geliyor aklıma hep. B, A'nın sevgilisi. C, D'nin sevgilisi. ama B, karikatür çizer ve sever bir kişilik olarak D'ye hayran. D, C'yi terk ediyor. B ile A ayrılıyorlar. C ile A başka bir zamanda tuhaf rastlantılarla tanışıp sevgili oluyorlar. iki ay sonra da bir daha buluşmamak üzere başka başka yollara gidiyorlar.

A, C'den sonra nefret etmeyi öğreniyor, kadere daha da çok inanıyor ve ruhunun iyileşmesini mayıs başında bir akşamüstü lacivert bir arabanın kapısına sıkışan parmağının iyileşmesine bağlıyor. gün sayıyor...

26 Ağustos 2009

gerçekler baharatlıdır

bir koca kap sade dondurmayı kendi başıma yemeye kalkışıyorum şu anda. buna düpedüz dondurma kıskançlığı yapmak denir. yarısından fazlası eriyip çöpe gidecek bi şeyi inatla yemeye devam etmek. bitirebilecekmişçesine. türkçe'deki en uzun kelimelerden biri.

kadınlara ve erkeklere yüklediğim katı roller ve kurallar var, bugün bunu anladım. bazı erkekleri bazı durumların içinde hayal edemiyorum mesela. hani çok aşık olduğunuz birinin tuvaletteki halini düşünemezsiniz ya, öyle işte. önemseyip kafamda ayrı bir yere koyduğum insanlara insanüstü insan muamelesi yapmaktan ne zaman vazgeçeceğim acaba? karşımdaki insana insanüstü damgasını sorgusuz sualsiz yapıştırıp insanüstülüğe sığmayan bi şey yaptığında (yani normal bildiğin insanlığa sığan bir şey) ondan soğumasam ya.

übermensch diye bi şey yoktur, übermensch diye bi şey yoktur, übermensch diye bi şey yoktur...
gördüğümüz bütün o karizmatik adamlar burunlarını karıştırıyorlar, porno izliyorlar, hatta coupling'teki patrick misali eski aşklarının uygunsuz fotoğraf ve videolarından bir high honor albüm yapıyorlar.
vallaha bak.

25 Ağustos 2009

kıymalı mantar+komşuculuk+kavalye

salamlı garnitürlü patates'ten sonra ikinci deneysel yemeğim de ocağın üstündeki yerini aldı az evvel.
kıymalı mantar ya da mantarlı kıyma.
galiba mantarlar daha çok, o zaman kıymalı mantar.
a beycim patatesten ilk çatalı alır almaz "buna salam koymasan daha iyi olurdu kuzum, olsun yine de güzel" deyip iki tabak bitirince şevklenip zevklenip yeni bir yemeğe girişme cesaretini kendimde buldum herhalde.
annem kıymalı mantar'a biraz şüpheci yaklaşsa da ben inançlıyım bilog. denemek lazım böyle şeyleri, denemeden bilemiyor insan.

yemek ocakta ve ben şu anda delicesine bir arzuyla komşum olmasını istediğim insanları düşünüyorum. birkaç tane var. istiyorum ki komşum olsunlar, daha çok göreyim onları, bir tabak kıymalı mantar karşılığında bir kahve içeyim. onların televizyonu olsun (benim yok ya), birlikte saçma bi yarışma programını izleyelim ya da akşam haberlerini. hava durumu bile olur.
sonra "aaaaaaaa saat ne geç olmuş komşucum, ben kalkayım artık. sıra sende bak, vallaha beklerim" diyeyim. o da "bunu saymadım ki ben, gene gel" desin...

teşekkür, minnet vesaire departmanı: bugün sabahın köründe uyanıp istanbul'un dağı-kırı-bayırı diye tabir edebileceğimiz bir yer olan ikitelli'ye gitme macerasında bana eşlik eden fena halde sakallı ve bıyıklı ve de nazik kavalyeme buradan "sipeşıl tenks" demek istiyorum. kendisi burayı okumuyor ama olsun ben okuyorum ya o da yeter.

20 Ağustos 2009

etfal hakikaten

buraya yazıyorum:
ŞİŞLİ ETFAL türkiye'nin en berbat hastanesidir. her anlamda bir türkiye gerçeğidir. mecburen kendinizi orada bulduğunuz koşullar haricinde adım atmayınız, 2 sokak yakınından geçmeyiniz.
doktor namzeti gerzek asistanlarla muhatap olmayınız.
her beş dakikada bir oradaki doktorların eline düşen insanlara yardım ve sabır dileyiniz.

ve sen asistan kaan,
umarım doktor olamazsın da hiçbir hastaya eziyet edemezsin.
sübhaneke amin.

18 Ağustos 2009

fg

bob sinclar-we are everything

günlerdir aradığım şarkı.

14 Ağustos 2009

idrak

ne yiyeceğimi düşünmeye üşenmekten haftada en az bir gün kentucky'den tavuk yemek istemiyorum ama olmuyor. adeta bi cuma ritüeli oldu. sonunda bugün telefonla arayıp bizi yemek sepeti'nde oylar mısınız heidi hanım dediler. sağolsunlar on tane falan sos paketi göndermişler bi de.
avea 2 aydır kontör yüklemememe rağmen gün aşırı mesaj gönderiyor bana. 50 kontör yükle bıdı bıdı olsun diye.
fg'deki şarkıyı hala bulabilmiş değilim. zannımca bob sinclar adlı kişinin bir mix'i. son tahminler o yönde. zaten istasyonu değiştirdim bu sabah. garip bi radyo çıktı, sezen aksu'nun radyosu olmasından şüpheleniyorum. zira şarkı aşırı sezen aksu çalıyor. bi bülent ortaçgil bi sezen aksu bi teoman bi sezen aksu gibi mesela. neyse dursun şimdilik, nasılsa günlerdir sadece across the universe dinliyorum.
kendim öteki kendime bir hafta önce çok pis küfretti; ihanet mi etmiş neymiş, yeni fark etmiş. şimdi öteki kendim kendimin yüzüne bile bakmıyor, karşılaşınca yolunu değiştiriyor. kendimle barışık değilim bu aralar yani anlayacağın. ayrıca;
-i'm not schizophrenic.
-neither am i.

anneye iade-i ziyaret hafta sonusu, doktor randevusu, kuzen nişanı, arkadaş toplantısı, yol yorgunluğu. benim söyleyeceklerim bu kadar, biraz da diğer yarışmacı arkadaşlar konuşsun, hayat. olmaz mı?




-----lucia y el sexo güzel film bence. julio medem ne yaparsa güzel yapar zaten. tabii gece gece izleyip ilk yarım saatte uyuyakalmasaydım daha da güzel olabilirdi. uykuma sabır, bana da şefkat gösteren, su içiren ve en bi prenses hissettiren adama kocaman bi kutu öpücük gönderiyorum. bir ay çok uzun bir süre, biliyorsun di mi? şimdiden özledim yahu.------

13 Ağustos 2009

patrooooon, koş! görüşmeye bi kız çocuu göndermişler.

idi dünün özeti bence. ancak bu kadar kız çocuu olunabilirdi iş dünyasında. sanki iş dünyası fırfırlı bi etek, ben de üstüne sonradan dikilmiş kelebek.
benim en çok önemsediğim o mini mini ayrıntılar, küçücük detaylar kimsenin umrunda değil. herkes süzülmüş, damıtılmış faydalı bilgi bekliyor. sanki tuhaf bi sensörleri var; işlerine yarayan bi şey anlatmaya başlayınca birden gözleri kocaman açılıyor, doğru tuşa bastığını anlıyorsun, onun dışındaki yerler hı hı hı hı evet sesleri içinde yitip gidiyor.

biliyorum iş dünyası, iş dünyasından iş dünyası olmamasını beklemek kız çocukluğunun dik alası.

o diil de bi radyo var: fg. future generation herhal. orada bi şarkı çıkıyor 5 keredir falan. hep son 15 saniyesini yakaladığım için de elimdeki "sunshine", "open up your eyes", "magical feeling" kelimelerinden çok affedersiniz hiçbir cacık olmuyor. bu şarkıyı, söyleyenini falan bulsam ne güzel olur.

11 Ağustos 2009

begonvil vapuru

anne güzel, anne cici. anne hep özlenen insan modeli. insanın annesi ve kardeşi uzaklardan koşup gelip hafta sonunu şenlendirince sokaklara dökülüp doyasıya gezmek elzem oluyor. bütün hafta ofise tıkılıp kalmış bünyeyi sokağa çıkarırsan sonuçlarına katlanacaksın. cumartesi sabahı anne ve kardeşin "haydi kahvaltıya" demesini ne çok özlüyor insan. evdeyken kıymeti bilinmiyor.

"eeeee nereye gidiyoruz?", kahvaltı masasında kurabiyeyle birlikte gelen soru. hiç duraksamadan büyükada'ya diyorum. kimse itiraz etmiyor. öğlen vaktindeki vapuru kaçırmış olmak ada öncesi bir saatlik bir ortaköy gezisi bahşediyor bize. annemin senin neden hiç etekleri uzun elbisen yok demesi sonucu da krem rengi uzun bir elbise sahibi oluyorum. o kadar yabancıyım ki uzun eteğe, ayak bileklerime dolanıyor yürürken ama çaktırmıyorum, kimono giymiş capon gibi minik minik yürüyorum, havalı oluyor bence.
saat üç vapuru tıklım tıklım. italyan bir turist kafilesiyle birlikte vapurun en güzel yerine bağdaş kuruyoruz. deniz öyle lacivert ki gözlerini alıyor insanın. ben turistlere bakıyorum, bi ara o kadar kaptırıyorum ki konuşmalara kendimi, italyanca anladığımı sanıyorum. annem manalı bi gülüş atıyor karşıdan, ben ne var der gibi kaşımı kaldırıyorum. hiç diyor, italyan aşkın geçti mi diye bakıyorum. geçmiş baksana diyorum, gürültü yapar gibi konuşuyorlar.
adaya iner inmez yemek, sonra hemen yollara vuruyoruz kendimizi. aya yorgi'ye kadar yürüyoruz, geldik mi geldik mi isyanları arasında. sonra faytonla ağır ağır geri dönüş yolu, her yerde begonviller. annem mest oluyor; ağaç fidesi, çiçek tohumu falan satan adama ne zaman dikmek gerek, nasıl dikmek gerek diye soruyor. annem sonbaharda ısrarlı, adam hayır ilkbaharda diyor.
duydun mu ilkbahardaymış diyor bana dönüp, duydum anne diyorum, ilkbaharda gelip begonvil fidesi alınacak sana, ajandama yazdım. babam da telefondan katılıyor annemin begonvil sevincine ve ada gezimize. biraz buruk, iyi gezin bakalım bensiz diyor.
19:40 vapuru öncesi iskele dibi mado'sundan mado dondurması, gün batımında vapur balkonunda deniz-dalga-köpük sefası... bakıp bakıp sarhoş olunası bir manzara.

yazın son zamanları bunlar bilog, her ne kadar kışı özlemiş olsam da tadını çıkarmalı.

6 Ağustos 2009

için/mdeki kuşa

"öldü, kim ısıtır artık onun ellerini
suların aynasında üşüyen ellerini
suların saygısıyla üşüyen ellerini."
ismet özel/kuşun ölümü

3 Ağustos 2009

julian mcmahon, vişne, nikılsın adamları...


dünden beri koyayım koymayayım derken sonunda dayanamayıp koyuyorum bu fotoğrafı. iki gündür ekseriyetle bu adamı aynı bu formda düşünüyorum. adamdan mı vişneden mi kaynaklanıyor bilmiyorum ama bu fotoğrafa bakınca bir haller oluyor. kendisini oldukça beğeniyorum evet; mantı açarım, börek sararım, hasta olsun çorba yaparım. bilumum sevgi, şefkat ve iyi muameleyle kucaklarım. kendisinin aslına birebir uyan suretini yapabilen androidçiyi ömrü boyunca ihya ederim.
her genç kızın etajerinin üstüne bundan bir tane tahsis edilmesi için tayyip'in gereken yasayı çıkarması gerektiğini düşünüyorum. hem tatil sezonu şimdi, kimse abesle iştigale takılmaz, hop geçer yasa meclisten. abdullah da güllerin içinden koşarak gelip imzayı çakar. türk ananelerine son surette aykırı bu şeytan tüylü herif de kocaman gülümsemesiyle o vakit yerini alır hayatımızda.
başbakanım, sen bu yasayı geçirirsen eğer bak söz bi dahaki seçimde oyum sana. tabii bir sonraki projenin başlığı "jack nicholson'ın 30larındaki halini birebir kopya eden android nikılsın adamlarının (lütfen dikkat: şişme bebek değil) piyasaya sürülmesi" olmalı, onu hiç söylemiyorum bile.