25 Şubat 2009

meşhur / kupür / (karantinalı) despina

benden daha önce ve daha hızlı yaşlanıyorsun. yine de her seferinde bakar gibi değil de görür gibi bakıyorsun objektife.
şaşılacak ne çok şey var. ben bunu yazarken kur masayı madam despina çalıyor mesela. şaşılacak ne çok şey var, sen ne kadar çok yaşlanmışsın bir senede.
ceketin daha kahverengi, yüzün daha da siyah. daha az uyumuşsun, daha çok yorulmuşsun.
kesip saklamayı ıskaladığım bir gazete kupüründesin şimdi. birçok insanın çoktan kullanıp attığı.

bense hiç görmedim o kupürü. o gazete kesiği ortaya çıktığı anda bir kertik daha uzaklaştın sen, hani döne döne ufalır ve kaybolur ya kağıtlar, hani televizyonda falan görürüz. işte onlar gibi. elime geçse buruşturup atamayacağım yarım bir gazete sayfası, bir fincan kahve, birkaç eski film, bir iki bilet koçanı, bir gişe arkası, bir merhaba! sıfır bugün nasılsın? giriş cümlesi, dumanını gözümün yuttuğu sayamayacağım kadar çok sigaranın yarısı, bir yıla rezerve tahta ve sert bir sandalye, birkaç afiş, bir poşet dolusu bozuk para, radyolu siyah bir kasetçalarda adını hatırlamadığım bir fm, karantinaya alınmış bir telefon numarası, bir pantolon, iki kazak, bir ses, biraz müzik, kısıtlı diyalog, mühim bir organ, birkaç dergi, bir buçuk saat, çok ışık vs. diye sıralayabileceğim anlamsız bir bütünün sen ne kadarlık bir kısmını, ne kadar sahiplendin ve yaşadın bilmiyorum.
kupür diyordum sahi, güzel çıkmışsın. yahut yine mi güzeliz yine mi çiçek?

şimdi sana bir de karantinalı despina'dan bahsederdim ama
olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması.

23 Şubat 2009

teşebbüs

birinin nefes almamı hatırlatması gerekiyor. bazen bir saat geçiyor, bi bakıyorum bu sürede hiç bilinçli nefes alıp vermemişim.
üstüne basa basa eskittiğim şeyler var. gram yer değiştirmiyorlar yine de.
iyi niyet...iyi niyet...iyi niyet...iyi niyet...iyi niyet.
gram yer değiştirmiyor.
insanlıktan ne kadar da uzak.

19 Şubat 2009

aslında konuşmaz

belirli günler ve haftalar
_____________________

bu hafta: yasemin mori haftası.
sanatçının konuşmak ve aslında bir konu var adlı eserleri çılgınca dinlensin, yurt çapında şenlikler yapılsın.

13 Şubat 2009

hazin bir veteriner macerası

feline panleukopenia: birkaç gün öncesine kadar aşina olmadığım korkunç bir kelimecik öbekçik. kedi gençlik hastalığı. bahçemizin tüylü ve nazlı sakinlerinden ikisini iki gün içinde kaşla göz arasında yok eden bir illet. bu sakinler 7 ay önce çatkapı gelip bizim bahçeye kamp kurduklarında süt içmeyi bile bilemeyecek kadar küçüktüler, lakin bu bizimle olmalarına engel değildi. öğrettik öğrendiler, öğrendikçe alıştılar, büyüdüler. sayıları bazen 5'i buldu ama normal koşullarda hep 3 tane oldular. işte o üç taneden ikisi hastalandıkları günün akşamı ölüverdiler. biz ne olduğunu bile anlamadan. en sonuncusu da aynı hastalık belirtilerini gösterince gugıla danışmak şart oldu. 20 küsür makalenin ardından kedi besleyenlerin en çok korktukları ve %90 ölümcül bir hastalık olan feline panleukopenia'nın musallat olduğunu anladık. ne yapsak ne yapsak?
hmmmmmm,veteriner evet. sıvı takviyesi lazım çünkü. e burası minik bir belde. varsa varsa bir tane veteriner vardır. evet var. gittik tıktıkladık kapısını, ama ses seda yok. yandaki büfeden edindiğimiz istihbarata göre veteriner bey istanbul'da, zira annesi hasta. güzel, çok güzel.
şimdi? ilçeye gidelim. evet evet, orda daha fazla var veteriner.
yok, 2 tane var. birini arıyoruz, teyze açıyor, yanlış numara evladım diyor. diğerini arıyoruz, telefona bakan yok. cepten arıyoruz (sağol varol teknoloji), istanbul'a gidiyorum, yoldayım diyor. a a bu veteriner dilinde başka bir şey mi demek oluyor acaba? herkes aynı şeyi söylüyor. şekerli su verin diyor bi de, yarın geleceğim diyor. veriyoruz, içmiyor, şırıngayla tıkıyoruz ağzına, kusuyor. sabaha kadar nöbet tutuyoruz başında.
nihayet sabah oluyor, götürüyoruz. yani muhtemelen ölecektir ama ben yine de serum+vitamin ve antibiyotik yapayım diyor. allah allah, hayırdır inşallah deyip bi sabır çekiyoruz. sarı beyzade bir sürü acı çekerken enjeksiyon esnasında, biz de bu durumu sineye çekiyoruz. tam eyvallah diyeceğiz, yannıııız diyor veteriner beyimiz, bu antibiyotiğin 3 gün tekrarlanması gerek.
hoppalaaaaa diyoruz. iyi, beldemizdeki veteriner beyimiz gelir yarına herhalde diyoruz, ilaçları alıp çıkıyoruz.
ertesi gün arıyoruz belde veterineri beyimizi, geliyorum diyor. götürüyoruz. giriş salonu yeşil pufidik koltuk takımıyla donatılmış, veteriner beyimiz masasının başında hasta kabulde. içimiz açılıyor, emin ellerdeyiz. muayene odasına geçiyoruz, aman yarabbi! böyle bir pislik yok. sarı beyzadeyi yatıracağız, yatıracak yer bulamıyoruz. muayene masasının altında ağzına kadar pislik dolu bir kova, masa kurumuş kan kalıntıları ve çamurla kaplı. sanki başka bir dünyaya geçiyoruz. e hijyen diyoruz, muayene odası sonuçta, yandaki dolap şişe şişe alkol, dezenfektan dolu.
çaresizlik ne zor, ceketimizi alıp çıkamıyoruz, başka veteriner yok çünkü. küçücük kutusunun içinde kalsın, enjeksiyon da orda yapılsın diye diretiyoruz ve (iyi ki) muvaffak oluyoruz. işimiz bitiyor, tam çıkacağız veteriner beyimiz eldivenlerini soyarken yannnnııııız hayvana dokunduktan sonra ellerimizi çok iyi yıkıyoruuuuuz demez mi! aklım bir yandan cümledeki "hayvan"a takılıyor, hani çünkü herkese en üst tür adıyla hitap edeceksek o "hayvana" tümlecini sarı beyzadeden alıp size yapıştırabiliriz bence diyorum, çok şık durur.
hayvanlara zerre saygısı olmayan bir veteriner kaçıncı derece bir tezattır acaba diye düşünüyorum. hayvanların insanlar kadar canlı olduğunu, değer ve saygı hak ettiğini, dışarıda yaşasalar dahi pek çok insan sıfatlı kişiden daha temiz olduklarını bilmeyen ve görmeyen bir zihniyet. iki adım ötede makam koltuğuna kurulur gibi kurulduğun hekimlik mertebesinde öğütler saçarken bir dön de aynaya bak, çorabın kaçmış demezler mi insana!
bi de diğer veterinere bok atıyorsun. yok efendim ilacın dozajı azmış da, nasıl böyle yapmış da bik bik bik. istersen vereyim adresini git bi saçını çek rahatla. yav şu koca ülkede biriniz de bunu yapmasın be kardeşim, yani kendini başkasının üzerine basarak yükseltmeye çalışmasın. kuaföre gidersin, öncekine bok atar, ay mahvetmiş saçını şekerim der, doktora gidersin, aaaaaa yanlış ilaç der, veterinere gidersin eksik dozaj der. bi gün de kendi kendinize bir şey yapmaya çalışın, başkasının sözde eksilerini toplayıp yapıştırıp artı yapmaya çalışmayın.
yazının özet ve sonuç kısmı: senden nefret ediyorum feline panleukopenia. sana sinkaflı laflar hazırladım.

9 Şubat 2009

günaydın bilog

bu saate kadar uyumamış olmanın verdiği dinginlikle günaydın bilog!
çayı koydum, ekmek al gel.

559C

az önce şarkı yarışmasındaki adam jokerlerine güvendi diye ona salak dedim.
sol elimin yüzük parmağındaki tırnağın sağdan yarısını 5 dakikada yedim.
adalet ağaoğlu beni bir düğün gecesine davet etti sabah arayıp, gelemem dedim. küstü sanırsam.
dünden beri 5 tane bileklik yaptım, sadece ikisini beğendim.
saçlarımı yine kurutmadım, öylece topladım.
bugün toplasan en fazla 20 kelime kullandım, onlarla farklı cümle kombinasyonları oluşturmaya çalıştım.
geçen pazartesi'den beri gazete okumuyorum, çünkü protesto ediyorum.
geçen pazartesi'den beri 37 ekran bi televizyon yutmuş gibiyim, bu sebeple televizyon kusuyorum.
mor saçlı kız yaban ellerden dönsün de 2. geleneksel manzara'da çiğ köfte+mariachi gecesi gerçekleşsin istiyorum, msk'ya baskı yapıyorum. neyse ki son 13 gün.
bunları yazarken bi yandan da yarısını yediğim tırnağı törpüledim, çok biçimsiz oldu bence.
ne kadar mahrem bi post, pardon saçmalama oldu bu.
hayır efendim, bilog mahremiyete önem vermeyen internet günlüğü değildir. mahremiyete aşırı önem veren insanların anlatmak istediklerinin tam tersini anlattıkları bir alandır. bi daha böyle bir post yazarsam o zaman mahrem olur, evet.

6 Şubat 2009

sensiz bir eksiğiz!

çarşamba günü yazdığım öfke dolu yazıdan haberi olmayan AKP Gençlik Kolları'nın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi aracılığıyla edindiği mail adresime bugün güzelce donatılmış bir propoganda maili yolladığını görünce çıldırdım tabii ben. yani zaten çıldırmıştım dün, bu tesadüf de üstüne tuz biber ekti. tamamen farklı bir amaçla ve doğrudan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne teslim ettiğim şahsî bilgilerim ve e-posta adresim bugün tamamen farklı amaçlarla, farklı bir kurum tarafından edinilip o kurumun yararına kullanılmış yani. ama şimdi belediye AKP'li ya, o yüzden der gibisin okuyucu, ben de dedim. ama yine de nasıl olur böyle bi şey? sorusuna cevap değil ki bu.
hey man, privacy policy!!!!!!
dedim bağıra bağıra. gizlilik politikası diye bir şey var di mi, ben o şartla teslim ediyorum sana adresimi belediye! hem de hiç politik olmayan bir başvuru için. sen bunu nasıl götürüp başkanın bağlı olduğu partiye verebiliyorsun? böyle mi oluyor bu işler adamım, ha?!
bi de bak ne demişler mailde, sensiz bir eksiğiz! bi de uğraşmışlar falan, öyle resimli dizaynlı bi mail, en üstte 4 adet fotoğraf çerçevesi, soldan sağa adnan menderes, turgut özal, recep tayyip erdoğan ve 4. kare boş. niye? çünkü beni oraya münasip görmüşler. ah canlarım, nasıl ihya ettiniz beni bi bilseniz. ah ah... şaka gibi di mi, ama değil.
maile şaşkın şaşkın bakan annemin de dediği gibi hayatımın fırsatı bu, kaçırmamalıyım.

ben, sevgili başbakanım hep küçük bi adnan menderes olmak istedim, ya da turgut özal. ay yoksa tansu çiller mi olsam, ya da kıratına bin gel süleyman, ha?
neyse, sen öyle bir miras devraldın ki anlıyorum ben seni, yükün ağır. tabii tabii, seve seve bu teşkilata adarım kendimi... tabii buzdolaplarını ben dağıtırım bundan sonra seçime kadar... kömürler de bende, tamam.

söyleyecek çok şey var ya neyse. bunlar kibar bir kalıpta gelen kutunuza çoktan düştü nasılsa, ama tabii kırat size gözlüklerini ödünç verdiyse bi süreliğine, maili okuyup idrak etmek hiç de kolay olmayacak sizin için.
bunu bi daha yapmayın siz yine de. cıs. ayıp.

4 Şubat 2009

pick me! diyene piktir git demek

herkes seçim yatırımı yapıyor bu aralar. başbakanım davos'a yatırmış seçimi, nasıl bilirsiniz deyince biri yiğit biliriz dememizi istiyor herhalde. nasıl kükredi ama peres'e, lavlar saçarak kalktı gitti de vatan kurtuldu. öyle diplomasi yoksunuyuz ki biz canavarlık yaparak çözüyoruz krizleri. davos da annesini alsın gitsin işte, orhan pamuk da akıllı olsun, tamam bitti bu iş.
kömür dağıtalım, bütün seçmenler zehirlensin, oy verecek kimse kalmadığından full-time favourite başbakan biz olalım.
birimiz kuran kursu'na tamamdır desin, öteki sen sen sen hepiniz katilsiniz olum desin, koskoca bir güruh çelenklerle karşılayıp alkış tutsun, gözaltında canlar kaybolmaya devam etsin ama, canı sıkılan, kafası bozulan da istediğini tutsun öldürsün yine.
acıklı'dan daha üst düzey bi sıfat var mı hâlimizi anlatacak?
mart'a kadar isteyen istediği yere yatırabilir seçimi . bu sürede ben kendimi yatağa paralel yatırıp şu meşhur şarkıyı söylemeyi düşünüyorum: wake me up when the election ends...

3 Şubat 2009

vefasız maymun & heidi

dönüş yolunda minibüse biner binmez kelimeler uçuşuyordu kafamda zaten. bu güne dair bi şeyler yazılmalıydı. heidi en sadık ve en eski okuruyla buluştu çünkü bugün. her ne kadar vefasız maymun diye anılsa da adı, bu bilog ve bu kadın böyle sadık, böyle ince düşünceli ve içten bir okuru o kadar sık bulamıyor. bu bilog oluşmadan daha o vardı. bu yazıları yazan kadın daha heidi adının arkasına gizlenmeden o vardı. şimdi ben onu anlatırken bu eskimiş kelimelere sarılmadan daha o vardı. hep okuyordu. ani bir adımın en sakin ve en güzel yüzüydü. hayatın karmaşasında kaybolsak da vardı işte hep o. umarım hep de olur.
okuyorsun biliyorum, bugün için çok teşekkür ederim sana. anlayarak dinlediğin için ve dinleyerek anladığın için...


-o onun elemanlığı.
-evet, yutan eleman ama. : )

2 Şubat 2009

durme

-bu aralar en çok ne dinliyorsun?
-durme durme kerido ijiko/janet-jak esim. ve uyumak istiyorum. usulca uyumak. canım isteyince uyanmak sadece.

butterfly alphabet

biloğa kardeş katkısı efendim. kendisi dünyanın en doğal kardeşidir, dolayısıyla da doğayı sever. doğaya ait her şeyi doğal çevresinde sever. bu siteyi de o keşfetmiş. alın size link.gerçi bu site buram buram ticaret kokuyor, bu harflerle kendi adınızı yazın, yok sevgilinizin adını yazın, size poster satalım vs. (o yüzden şurayı da deneyebilirsiniz) ama yine de değişik bir çalışma olduğu kanısındayım ben. burda mucid mühim tabii.
adı kjell sandved, 24 yılını bu çalışmaya adamış bir fotoğrafçı. ilgilenin efendim.

1 Şubat 2009

analitiks mi beybi, luv mi beybi!

gugıl analitiks diye bi şey var ve biloga gelenlerin nerden, hangi zamanda ve ne şekilde geldiğini bana yumurtluyor biliyor musunuz sevgili okurlar. hani saklambaç oynuyormuşuz da ben sizi sobeliyormuşum gibi düşünün. meselâ erzurum geliyor biloga konuyor ben de sobe! diyorum. sonra meselâ ankara bu aralar sık geliyor, hiç de ses çıkarmıyor, bunun da farkındayım.
ama bu hizmetin en hoş yanı 'anahtar kelimeden sobelemece' işi. şimdi meselâ gugıl cengavere 'kabotaj bayramı' yazıp gugılladığınızda siz, ben eğer 'kabotaj' ve 'bayram' demişsem blog dâhilinde (ki şimdi bile iki defa dedim) gugıl hoooooop sizi buraya sürüklüyor. bi de bununla da yetinmiyor bunun kaydını tutuyor edepsiz. "yakaladım heidi apla, al!" diyor, tutup getiriyor.
geçenlerde baktım, böyle böyle bir sürü soru ve dert birikmiş. ben de dert köşecisi heidi apla olaraktan elimden geldiğince yanıtlamaya çalışacağım bu soruları. maksat tamamen müşteri memnuniyeti, sorumluluk bilinci falan.

"vişne blog heidi": bu kelime öbeğinin 143 kez aranmış olmasına inanmak zor. tamam adres doğru, burası heidi'nin biloğu, ama vişne sevdiğimi nerden bildiniz kuzum? yoksa yoksa ruh eşim misiniz?
"kim ki duk nefes blogspot": işte bilinçli okuyucu diye ben buna derim. öyle gereksiz şeyleri okuyacak zamanı filan yok onun, hedefe odaklanmış, nokta atışı yapıyor. bravo.
"uzun uzun konuşuruz bir gün son istanbul beyi": bu da meselâ müzikşinas blogger, sözlerini öğreneyim de ezbere söyleyeyim şu şarkıyı demiş, ama gelmiş benim postmodern başlığıma konmuş. yazık işte. konuşursunuz efendim, konuşursunuz. gerçi kalmadı öyle istanbul beyi ama...
"harun tekin ne düşünüyor": bilmem ki anacım ne düşünüyor, elalemin adamı yani sonuçta. belki yeni albümü düşünüyordur, belki sevgilisini düşünüyordur, ha bak belki de felsefik düşünüyordur, nerden bileceksin.
"mazoşist kadınlar": hmmmmm, senden biraz kıllanmadım değil bak, psiko-sosyolojik bir inceleme mi, yoksa psiko-seksüel bir durum olaraktan mı dedin sen onu?
"bu kadar hızla saatte şu kadar yılda zamanla gelirse karşı karşıya hızla ya da defalarca şiiri": bu büyük çabalarla türlü şekillerde aranmış da yanlış aranmış hep kuzum. bu benim murathan mungan'ın kırk oda isimli kitabının bir bölümünden çıkarıp bir posta konu ettiğim bi şeydi, buna niye bu kadar takıldınız? halbuki yazmıştım ben onun altına da nerden olduğunu ama dize dize görünce öyle tabii, şiir sanıp, anladım anladım...
"caramio çikolatasında ne var": bilmem, ne var? kakao var, karamel var olmağ mı?
"casper'ı kızdır": dokunmayın hayaletime, yakarım.
"coach potato nedir
coach potato'nun anlamı
coach potato'nun hayatı
coach potato türkçe
coach potato hakkında bilgi
coach potato türkçe anlamı
couch potato ne demek ": şeklinde aranmışsın potatocum, ünlü oldun yani. yemin ediyorum bu kadar heidi yazmamışlar. artık hayranların dayanırsa kapıya, korkarım seni ifşa etmek zorunda kalacağım. ahahahaha.
"emy winehouse i told you i was trouble türkçe sözleri": bunu yazanı yüzde 99.9 buçuk biliyorum desem?
"gazeteyi internet üzerinden okumak gibi saçma bir huy çıkardın, doğru dürüst büfeye git.": ülen bu benim cümlem, hangi aklıevvel kopipeystledi bunu?
"haidi ile cik cik izle": sen bi çocuksun di mi, hadi itiraf et.
"heidi ceketli adamı arıyorum": kimmiş o yahu, bulursan bi ses ver, tanımak isterim kendisini.
"heidi de geçen bilmediğim kelimeler ve anlamları": hangileri onlar anacım, bana bi mail atıver sana zahmet, yardımcı oluruz icabında.
"heidi gerçekten varmış": sen var ya kristofır, çözmüşsün olayı olum, sana öyle bi kanım ısındı ki gel alnından öpeyim, adın da bamsı beyrek olsun bundan sonra. bu bilog seni özlemesin.
"heidi yas benimle evlenirmisin": hayır, yaşım kemale ermedi henüz.
"heidi yi izlemek istiyorum bütün bölümü bi arada": bak en çok sana güldüm desem, amma müşkülpesent çıktın sen be! senin bi de şu versiyonların var, belki merhaba demek istersin onlara: "heidi hikayesi masal şeklinde ve çok kısa", "heidi hikayesi baştan sona kadar".
"kyoto sözleşmesi baskın oran": severim politik dertleri olan insanları, sen de ezber bozmuşsun bak.
"negro bisküvi reklamına ceza yok mu": yav bence de, bi ilgilensin artık rtük, bi işe yarasın.
"ozmo derste gülme teneffüste gül": ışık ılık süt iç! lıkır lıkır iç!
"sakalli ipten tanta nasil yapilir": höynk diyebiliyorum ancak. codec bileşenleri eksik bende herhalde.
"heidi cem dinlenmiş" ve "yiğit özgür incir karikatür": karikatür-sever ve meraklı şahsiyet, fiyakalı bi selâm sana.
"şarkı dinle u la la la lala u lala": ama olmamış ki sen kendin söylemişsin, sonra tekrar dene dinlemeyi.
"aman aman gülpembe bu ne güzellik sende": cık cık, ne bu güzellik sende olacak o. e yazdım ben onu, janet-jak esim/gülpembe.
"kahveli tribute tatlısı": allah allah, var mı sende tarifi?
"nümayiş": aferin, hep böyle protest olun gözüm.
"rakel dink", "maral dink", "hrant dink" ve "sari gyalin": bu aramalara da birincilik teli veriyorum yüksek müsadelerinizle. merak edip aramaya başladıysak bile bir şeyler değişiyor demektir.
"ilköğretim sosyal bilgiler kitabı": e okuyup sosyalleşmek lazım. tabii tabii.
"ben konuşuruz": ben-sen-o-biz-siz-onlar. bak, bu kadar kolay.
"dominant(baskın) nedir?": pardon da daha nasıl bir bilgi beklenmekte?
"heidi çizgi filminin çocuklara faydaları": saymakla bitmez. karda yuvarlanmayı öğretir, keçi çobanlığını öğretir, peyniri eriterek temel kimya bilgisi aşılar, bittabi üst düzeyde doğa ve hayvan sevgisi aşılar. vs. vs.
"yağmur yağıyordu, yağmur pis pis yağıyordu metninin devamı": o diil de yağmur çiseliyor, serez'in esnaf çarşısı... diye giden güzel bi şey var, sen ona bak istersen.
"şapkalı içerikli şarkı ve türküler": oh oh, komiklikler şakalar.
"heidi üşümüş": evet ya, kansız mı ne ki?
"insanlarda çift ruhluluk": ah bilmez miyim hemşire, ne beter bi şeydir o. mevlam esirgesin.
"niçe bıyıkları": ikinci bi emre kadar bu bilog hudutlarında bıyık demek yasaktır, değil nietzsche, kralı gelse tanımam, yassah kardeşim.
"şişe ve boncukla ilgili kolaj çalışması": sanatkâr ruhları oldum olası sevdim zaten. bize siz lazımsınız.

şimdilik bu kadar.

bir garip doğaçlama / hollow man

/corners/
you multiply yourself
and maybe i can divide, but
if you can't add yourself to me,
i'm very allowed to subtract.
right?

**********************

/conditions/
if you are just the reverse of what i attribute to you, is it now possible to reach you if i walk backwards?

**********************

/nonsense/
do i have any difference or speciality among the members of your female society? or every she comes to you exactly the way i came? if so, why did you come to me once in the past (though for only an hour)? the supposed difference lies in me or you? you deserve no justice, but chance, because you live by chance. tell me just one reason to prove your existence. hollow man.

"yazmam daha sana dair" derler ya öyle işte.