30 Eylül 2009

güzel zamanlar koleksiyoncusu ve akide şekeri kutusu

gitmedim ben. hâlâ buralardayım. biraz gümrah ırmak olmuş olabilirim geçen günlerde, biraz da akmış olabilirim ama buralardayım hâlâ.
"güzel zamanlar koleksiyoncusu" diye gerçeküstü romantik türde yazılmış kitap olur bence. egoist ve içine kapanık koleksiyoncu olmak istiyorum. kimse görmesin ve bilmesin ne biriktirdiğimi. peçete ya da pul koleksiyonu gibi elle tutulur bir koleksiyon değil ki bu koltuğa serip komşunun kızını çağırıp gösterelim.
neyse, ne diyorduk. güzel zamanlar, evet. kuledibi'ndeki konak pastanesi'nde bir gece var mesela. "güzel adam"ı güzel ötesi galata kulesi'yle aynı kareye oturtmuş ve seyre dalmış bir biçimde otururken soğuk havaya rağmen müsebbibi omzumdaki battaniyeden çok karşımdaki sıcak kütleye çarpan nefesim olan bir sıcaklık kaplarken burnumu ve dudaklarımı, istanbul tüm güzelliğiyle bir film seti kurup üç yanımıza, sarı ışıklarını üzerimize tutmaktayken düşündüm ben güzel zamanları ve koleksiyonculuğu.
neden sonra taksim parkı'nda çay içerken duyduğum "sen benimle ne yapacaksın?" sorusunun pek de güzel cevabı olabilirmiş aslında bu koleksiyon meselesi. güzel adamın güzel zamanlarının koleksiyonunu yapacağım sadece. olmaz mı ki? niye ki? lütfen olsun. ludven hatta.
aylardır istediğim akide şekerinin peşinde tramvayla yarışırken güzel adam, azılı bir korsika kadınına dönüşmüşken ben, şekeri bulma ve bulamama telaşlarından ibaret bir yaşamacacılık olsun bizimkisi. günlerdir masamda duran akide şekeri kutusu güzel zamanlar televizyonum olsun benim, içine bakıp bakıp kaybolmacalı, çok renkli televizyon.
öyle ayrıksı ve billur hâller içindeyiz işte. zaman mı? çok hızlı, çok hızlı...

18 Eylül 2009

duo

gidelim buralardan monşer....
nereye?
hiçbir yere. hiç kimse olmasın. hiçbir şey. kaybolalım yani. zaman dursun, biz ne zaman istersek o zaman akmaya devam etsin. stand by butonuna dokunur dokunmaz bilinç dışı akışlarımız nihayet başlasın. duvarlara çarpa çarpa akalım. gümrah ırmak olalım. formumuz değişsin. su olalım, hava olalım. ne olursak olalım, bu katılık ve sabitlik yok olsun yeter.

gidelim buralardan morpheus....
nereye?
tatile mesela. senle ben. mesela karadeniz'de bir yere. ya da en ege'ye. sen seç. sabahtan akşama kadar yürüyelim, yağmur mevsimi olmasından huzur duyarak... ama hiç konuşmadan yürüyelim. aklına bir şey gelen diğerinin gözlerinin içine bakıp gülümsesin sadece. yanaklarımızdan aksın damlalar. öyle sakin yürüyelim. kıvamsız, belirgin bir bilinçle. her zaman olduğu gibi işte.

gidelim buralardan heidi...
nereye?
her yere, her şeye.
lakin sırayla...

9 Eylül 2009

lipsoz

ada beyi, lipsoz balığının diğer adıdır. lipsoz buğulama, kırmızı şarapla şahane gider. hele bi de sağlam sohbet varsa yeme de yanında yat olur.

ada beyi, bir istanbul bey'iyle ve onun iki güzel dostuyla yenebilir misal. istanbul'da elbette ki. aylardan eylül'dür ve yağmur yağmaktadır. iyidir, hoştur.
lipsoz turuncu, eylül sarı, şarap kırmızıdır.
.......

-ben bugün biraz 80'ler oldum galiba. hardal rengi ve kırmızı bir arada... sanki bende renkli televizyona yeni geçilmiş gibi.
.......

sol bademciğim yutkunurken acıyor, suda eritmeli föşür vitamin hapı iyi gelecek diye umuyorum. söz dinliyorum, sigara içmiyorum.

zamanlar birbirinin içine giriyor. kaygısız bir klasik romantizm hüküm sürmekte.
entellik ve huzurlu dantellik.
ve söyleyemediğim çok şey.
yani ve sair sair sair...

8 Eylül 2009

oyun, düş, rüya, bilhassa hayat

"her şeyi söyledim..."
"'söylemesem de olacak'ları, 'söylesem hiç olmayacak'ları..." dedi, monşer.
içine ancak tahta bir sandalye ve bir küçük sehpa sığabilen avuç içi kadar bir balkonda otururken biz.
şehir hem dibimizde hem de çok uzakta iken.
küçük, beyaz, dişi bir kedi salonu turlarken ve balkondaki perde akşam rüzgarıyla dolarken.

bir mektuptu yazdığı aslında; alıcısı küçük, beyaz bir kadın.
bir şiirdi yaşadığı ve yaşattığı; güzel, nazik adamdı monşer vesselam...

-yazsana bunu.
-hayır, senin olsun.
-ben yazabilir miyim peki?
-elbette.

(birinci perde sona erdi).
ışıklar söndüğünde aynı nağme yankılandı salonun duvarlarında ve kadının kulaklarında sonsuz kere:
"ah kadın...ah kadın...ah kadın..."

4 Eylül 2009

gönlümle baş başa düşündüm demin

heidi dediğiniz insan:

*günlerdir jacques brel dinliyor.
last fm sayfası kendisini çok pis ele veriyor.
*gördüğü son fransız filminin sona kalan birkaç karesini fransız şarkılarıyla temizliyor.
*ilk defa müziği sinemaya üstün tutuyor.
*yaşıyor.
*yaşadığının farkına varıyor.
*teşekkür ediyor.

1 Eylül 2009

filmekimi beklentisi

az önce natacha atlas-gafsa çalıyordu kulağımda da hemen kim ki-duk geldi aklıma. dün gece mösyö begonville ile telefonda konuşurken de aklımı meşgul eden bir soruyu sordum kendisine. acaba bu filmekimi'ne yine kim ki-duk gelecek mi? geçen yıl rüya ile ondan önceki yıl da nefes'le filmekimi'ne çiçek ekmişti kendisi benim gözümde. ama imdb beni yanıltmıyorsa gelmesi namümkün. programı ne zaman açıklayacaksınız kardeşim! bak çoluk çocuk perişanız!

melmoth okuyorsa beni hâlâ, unutmadıysa yani, şu işe bi el atsın. o bilir kesin kim gelecek kim gelmeyecek. hele konu kim ki-duk'sa.