31 Mart 2009

bank

sono molto stanca dedim durdum.
sen güldün, ben baktım, biz yürüdük.
sarma sigara, kahve, karanlık.
sono molto italiano.
ben buldum, ben buldum.
güldüm.
gece.
ay.
t.

24 Mart 2009

sözüm sana bılogır ! sen bılogırsın, büyük düşün!

çok uzaklardan deli bir adam gelmesinden sebep aradığınız biloğa bir süre ulaşılamıyor olabilir sizin için. ya da belki olmaz bilmiyorum, belki daha sık uğrar yazarım ama her koşulda burayı boş bırakmayın siz. gelin bir kelime yazın gidin mesela. adınızı yazmanıza luzüm yok illa ki, bir rumuz bulun (örnekse gece kuşu, gül pembesi, akşam rüzgârı, vs.) ve iki kelimecik yazın, burdayım okuyorum deyin. 897 gül pembesi? burda! yapalım. bence daha samimi olur böyle.

in keyz ov imörcınsy kol mi!
enivey.
sağlıcakla.

23 Mart 2009

gitmek için

Finish
We are like roses that have never bothered to
bloom when we should have bloomed and
it is as if
the sun has become disgusted with
waiting

Charles Bukowski


az önce can yücel'i düşündüm. doğum ya da ölüm yıldönümü değildi. yine de düşündüm. sonra bukowski'yi düşündüm. buraya yazdım çünkü saat hayli geçti.
uyumak için yani.

(son beş gün!)
gitmek için yani.

22 Mart 2009

serendipçe

buyrun burdan yakın siz.

*sadece yıldırım türker enfes bir gökkuşağıdır diyebilelim diye. yani ben zaten diyordum, siz de deyin diye.
-hadi siz de deyin!
-a çok faşistsin!

17 Mart 2009

kese kağıdı

ben bi şey demedim, siz dediniz.
durunuz orada, gitmeyiniz.
16/03/09

16 Mart 2009

sevilecek bir adam

sevilecek bir adam.
çünkü Küchenschabe'sine şarkı yazan bir adam ancak sevilir. elinde, odasında, yamacında sadece Küchenschabe'si olanlar yalnızın alâsıdır. reinhard da bunu bilir. ondan sebep alles was ich habe, ist meine Küchenschabe der. o der, ben dinlerim.
ama bu posta oldukça iyimser bir şarkısının videosunu koyarım. ayrıca da şarkı söylerken bu kadar "cool" görünen başka bir adam gördünüz mü diye de sorarım.

15 Mart 2009

tercih

"cats and dogs" ingilizçe'de bilmekten gurur duyduğum kelimelerdendir. cümle içinde kullanacak olursak "it's raining cats and dogs today!". hoş bu yaşıma kadar cümle içinde kullananı görmedim o ayrı.
bi de "porridge" var böyle. "yulaf lapası" demek oluyor kendileri.
ha bi de "procrastinate" fiili var. misâl "he is tend to procrastinate" deyince o kaytarmaya meyilli biri demiş oluyoruz.
frödyen bir tahlil istiyorum.
ya da frenkyen bir tatil. hangisi olursa.

12 Mart 2009

bir gün hasan amca

bugün hasan amca'nın hikâyesini dinledim a beycim'den (az saşlı, (şimdilik) az sakallı olan). yani aslında o bir küçük cümlecik söyledi, hikâyeyi ben yazdım kafamda. ama tanımak istedim sakaryalı hasan amca'yı.

öyle bir adammış ki hasan amca, her gün kahveye (bkz. kahvehane) gidermiş. kahveye giderken de kaldırım taşlarının çizgilerine basmadan yürümeye çalışırmış. kahvede bahisler dönermiş hasan amca üzerinden. bir gün gençten biri yükseltmiş sesini demiş ki kalıbımı basarım hasan amca evle kahve arasında kaç tane kaldırım taşı olduğunu biliyordur! herkesin ilgisini çekmiş tabii bu iddia. a beycim de bir köşede çayını yudumlamaktaymış o sırada. sinik entel pozlarında gözlem yapmaktaymış. zaten enteller hep gözlem yaparlar, çözüm üretmezler. neyse. yine başka bir gençten biri kesmiş yolunu hasan amca'nın: hasan amca, hasan amca söyle bakalım, kaç tane kaldırım taşı var demiş. hasan amca kaldırmış başını, bir çırpıda 128 tane evlât demiş.
hikâye bu kadar aslında,
ama bunun görünmeyen yüzünde neler var neler, mesela ben 1 lireye herkesle iddiaya girerim ki hasan amca'nın yazıp yazıp sayfalarını hanımın çeyiz sandığına attığı kayıp bir romanı var. adı da disconnectus erectus. ya da köyde bir yabancı. yahut bizim köyün hamam böcekleri. ya da ince hasan...
ya da onu böyle bilindik kalıplara sokup tanımaya çalışan kıçıkırık dantellerin havsalasının almayacağı genişlikte yepyeni bir roman. yepyeni bir yaklaşım. çıkar bir gün ayyuka, okuruz hepimiz, aaaaaaaa deriz geçer.

vefasız maymun'a not / okuyucu kayırma mıdır nedir?!: değişik bir şey oldu, idare et. yağmur yağdı bugün, o yüzden galiba. ayrıca emeksiz yemek olmayacağı gibi yorumsuz yazı da olmaz bunu bil (bkz. kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla).

kendim kendime / kim kime dum duma not: bugün homer'deki elmayı yiyecektin akıllım, nasıl güzel yeşil elmaydı! yağmur da yağdı zaten bugün.

8 Mart 2009

peki sen neden hala?

sabahtan beri 1 dakikalık bir videoya gülüyorum. pişman değilim.

6 Mart 2009

etwas über "coach potato"!

evet aylardır merak edilen ve gugıllanan coach potatocumla ilişkili bir yazı.
koşun koşun gelin baylar ve bayanlar.

coach potato:
selamlar genç.
heidi:
selamlar genç.
coach potato:
nasılsın genç?
heidi:
iyidir genç, sen nasılsın genç?


ödevi sorması gerekti, yapmayacak olsa da. yorgun ve argındı. her zaman olduğu gibi. geçen hafta sinemayı ekmesinin büyük bir mazereti vardı. evi çok uzaktı, istanbul'un bittiği yerlerin birindeydi.
the bluest girl in the campus dedi yine kadim dostu heidi'ye. yine teşekkür etti, lüzumu varmış gibi.

heidi:
bak sana çok güzel bi şarkı adı veriyorum
heidi:
şevk gelsin diye
heidi:
tony gatlif-naci en alamo
coach potato:
biliyorum ben bunu
heidi:
dinle işte biliyosan
heidi:
bilmek yetmez yani
coach potato:
ben ruhi su dinliyorum
heidi:
offfffff
heidi:
mahsus mahal


bir dakika içinde en az beş kez "gözlerim kapanıyor yorgunluktan" dedi. normal bir adamdı işte, herkes gibiydi. maruz yerine mağruz dedi, yumuşak g koyunca daha etkili oluyor demedi ama.
sittin senedir böyle bir adamdı coach potato, sittin senedir böyle konuşurdu.
yarın yine erken kalkıp metrobüs kuyruğuna girecek diye akşamdan uykuları kaçıyordu, midesine kramplar giriyordu.

coach potato:
emre aydın'ın şarkı sözlerini düşünüyorum.
coach potato:
senle konuştuk ya
coach potato:
çok boş dedin
coach potato:
harbiden öyle mi diye
coach potato:
şunu çok sevdim.
coach potato:
" oyunun en güzel anında zil çalınca üzülürdük ya, öyleyim."
coach potato:
bunu şuna benzettim.
coach potato:
and she sang a beautiful song.
coach potato:
tıpkı
coach potato:
sonbahar filmindeki gibi
coach potato:
and he played a beautiful song...


aylak adamdı, bunları düşünürdü otobüste. ama tezata bak ki serj tankian dinlerdi. (tezat falan değil ki bu!)

coach potato:
yıllıkta
coach potato:
benim için ne yazacaksın?
heidi:
giriyor muyuz ki yıllığa?
coach potato:
gerek yok kıllığa!
heidi:
tiki işi biraz sanki
coach potato:
resmi olmayan
coach potato:
birşeyler yaparız
coach potato:
biz
coach potato:
ben web sitesi tarzında
coach potato:
güzel birşeyler ayarlarım
heidi:
hadi bakalım hacı cav cav

o değil de bunca yazıyı niye yazdım ben şimdi?
bugün 6 mart: iyi ki doğdun potatocum!

bu da sana yüzeysel bir blog sürprizi olsun.
yazacak başka şey yoktu, idare et artık.
renkli rüyalar.

5 Mart 2009

bir seferde polonezköy diyemediğimi fark ettim. polonozköy olsaymış daha kolay olurmuş.
serj tankian hep uzun hava okusa her gün dinlerim. ayrıca empty walls'da gırtlağını kıvırdığı yere aşık olabilirmişim, şimdi onu fark ettim.

4 Mart 2009

bir şairin ölmezi

bir şairin ölmesi vardır. bir şairin ölmezi yoktur.
bir şairin bahar gelince ölmesi vardır.
o şairi seven bir kadın öldüğünü gazeteden öğrenirse sabah, kahvesini içemez olur.
onun yaşama sevinci bir daha tazelenmeyecek diye düşünür.
ölüm dururken köşede yaşama sevincine asılır.

yaşayabildiğine sevinmeyi gören/gösteren şair bir adamın ölmesi martta kar yağması gibi bir şeydir. herkes bilir ki martta kar yağabilir. yağınca da herkes der ki: "ama bahardayız ya artık!"

iyimser bir gül açsın yanaklarında.

2 Mart 2009

kubla khan : an unusual experience + kırıka

bir müziği "iç"ten sevmek ne demek? kırıka dinlemek demek.
peki kırıka dinlemek için izmirli olmak koşulu aranmakta mıdır? hayır gençler, bunu düşünmeniz çok saçma; aşırtarak, dozunu kaçırarak dinleyebilirsiniz ve sizi temin ederim ki böyle bir koşul aranmamaktadır.
iki günde kaç kere dinlediğimi ben saymadım, bıraktım last fm saysın. sonuçta onun işi bu.
kırıka...kırık...kırık gibi bir başlık atabilirdim yukarıya ama yapmadım. çok ucuz bir başlık olurdu. bedavadan ses oyunu olurdu, yapmadım.
bak şey diycem, "beni böyle sanıyorsunuz ama değilim ki ya da hepimiz böyle yapıyoruz değil mi, ben hepinizden yüksek bir yerde duruyorum ve bunu size herkesten önce ben söylüyorum yaklaşımını 'varoluşçu' felsefeyle harmanlayanlar" diye yeni bir genelleme başlık açtım ben. örnekse:

birey bir: çok yalnızım, çok. otobüste hep cam kenarına oturuyorum, cam hep buğulu oluyor ama hiç temizlemiyorum. şeffaf, nemli bir duvar beni dış dünyadan ayırıyor sanki. elastik, eğilip bükülen bir duvar ama yanıltıcı da. su damlacıkları bakışımı körleştiriyor, bir sisin ötesinde görüp tanıyorum her şeyi. çok büyük hayal kırıklarından yenilip gelmişim gibi yol boyunca başımı cama yaslayıp dışarı bakıyorum. biri beni fark eder de kaçak kaçak izlemeye başlarsa durmadan saatime bakıyorum ki beni meşgul ve her daim yetişecek yeri ve dolayısıyla da acelesi olan insanlardan sansın. ah ne büyük oyunlar bunlar...

birey iki:hepimiz bir varoluşcu felsefe yapıştırıyoruz üzerimize değil mi? seviyoruz yalnızlığımızı, bir derdimiz olsun istiyoruz herkes manasızlıklar içinde yüzerken. karikatürlerden feyz alıyoruz, şarkılarla kendimizi anlatmaya bayılıyoruz. mana arıyoruz demeyeceğim şimdi size, fazlaca kullanılıp eskitilmiş kelimelere bir iyilik de ben yapmayacağım. farklı değilim, değiliz. belki arkamızda bir merdiven var, kim daha önce bulacak merdiveni gerilimiyle yaşıyoruz. kim kalanlara alaycı bir gülüş çakıp hızlıca tırmanacak merdivene. ah ne zor işler kuzum...

bunlardan birisi fena yalan söylüyor ama hangisi? birincisi hissetmediği şeyleri mi anlatıyor yoksa ikincisi yaşayacağı her şeyi yaşayıp gelmiş bir "olgun" gibi mi yapıyor?
hangisi yaşamıyor, yaşayanı kim anlamıyor? tuzağa kim düşüyor, kim kime yeniliyor? hangisi daha "büyük" bu bireylerin? kim kimden rol çalıyor aslında?
yaşayınca kafası karışmayan var mı? kimde ne kaygısı var?

*bu yazı iki gündür bilmemkaç derece ateşle yatak döşek yatmakta olan biri tarafından yazıldı. ya da yazılmadı demeliyim aslında size, rüyada görüldü. bir çeşit divine intervention da vardı evet. duydum ki böyle yazınca bir yazının başına daha inandırıcı oluyormuş. yaşamadım ben aslında bunu, yattım uyudum bir gün, uykuda hazır geldi bu metin bana, ben de daktilocu kız gibi mekanik bir anlayışla buraya geçiriyorum.
demek lazımmış.
bu yazının ne kadarı doğru ona siz karar verin. değerini de buyrun siz biçin.

for more information please return to kubla khan by coleridge.
ek olarak: çok güzel bir çorba olmuş, aferin butonu.
canı sıkılanlar için: sınırsız kullanımlı ahhhhhhh bu hayat! nidası.