29 Ekim 2008

"deli heidi" (!)

gugıla "kanal 1 deli heidi ne zaman çıkar?" yazarak yolu buraya çıkan sevgili ziyaretçiyi buradan esefle kınıyor muyuz peter, evet heidi bacı.
tamam, çaresiziz. bilmiyoruz, arıyoruz, sorguluyoruz. gugıla soruyoruz. ama her şeyin bir ölçüsü var di mi? sen madem müstesna bir insansın, heidi izlemek istiyorsun, ama bilemiyorsun ki hangi saatte yayınlanır, sorayım şu gugıl cengâvere diyorsun, ama gel gör ki ne yazıyorsun arama motoruna. cık cık cık.
sen zaten izleme bence heidi'yi bu saatten sonra. bi faydası olmaz sana.

deli heidi ha? yok kıristofır yok, anlamamışsın sen bu kızın derdini. ayıp ama. ayıp.
bir saat tek ayak üzerinde duracaksın, ceza sana.

28 Ekim 2008

"x bir kültür meselesidir"

bu aralar bir bey var.
aslında çoktandır var ve biz illa heybeli'de olmasa bile bazen mehtaba çıkıyoruz. masal kenti olsun hadi orası. ben rapunzel oluyorum kimi zaman, kimi zaman uyuyan güzel. o ekseriyetle peter pan, nadiren de pinokyo.
benim heybem varmış böle kocaman, kırmızı başlıklı kızdan araklanmış. döküyorum içindekileri, o da bakıyor böyle, sonra şunu at şu kalsın, bunu sakla bunu fırlat yapıyor. düpedüz seçiyor. afallıyorum.

kullanma kılavuzum bu herifte diyorum, kim verdi yahu ona kılavuzumu?

misâl demin


-sen çok içerden çığlık atıyorsun bu aralar. patlarsan camları dökeceksin gibime geliyor.


dedi bana
.

-zaten sanal haykırışların da devlet sansürüne takıldı.

-ya o değil de sen beni ezbere okumak zorunda mısın?


_o_o_o_o_o_



-aynaya bak!


-
ne olur hayatım boyunca bana saçmala.
- pişman olursun.

- olsun bayıla bayıla.
- gerçekten bayılırsın
.

-ama sen de benim gibi
içinde olan bitenleri başkalarına yansıtmıyorsun di mi? sadece yanaklar yanıyor.


***************

-ama her gülüşün altında

binbir cümle gizli.

.........


yanındayım.




bay a... mister a... yumurta kafa nolucak!

22 Ekim 2008

okul yolu

hani ben anlatmıştım ya bir ay önce falan, nümayiş, rektör, yasak diye. siz şimdi onu bir de büo-büfk ortak yapımı okul yolu'ndan dinleyin, oldu mu? bizi zaten en iyi bizden başka kim anlatabilir ki?
ben sizin için oyunun saatlerine baktım sayın rektör, cumartesi günü uygundur sanırım. kaçırmayın derim.

21 Ekim 2008

hanımeller asorti pasta bisküvi

yirmilik dişleri sevmiyorum. zaten kaliteli şeyler olsalardı çıkmak için 20 sene beklemezlerdi. hem 20 sene benim yanımda olmamış, kaypaklık yapmış dişi ne yapayım ben kırk yaşımda. hiç işte.
ama en fenası da anlaşmışlar (mış mış) gibi sağlı sollu aynı anda saldırmaları. dilimde yaralara sebebiyet vermeleri. konuşmamı engellemeleri. olsun çok dert değil orası, şu aralar içime kaçtım ya ben zaten, içime çeki ve/veya düzen veriyorum. bu sebepten konuşmasam da olur. ama beslenmek doğal, zorunlu, engellenemez, yadsınamaz, karşı gelinmez bir ihtiyaç. hele beslenmek cips ve kekten ibaretse.


hafta sonu eve gidilecekse, anneye tapten yemek listesi verilmişse, taa mersinlerden uslu, puslu, süslü bi hatun kalkıp misafir gelecekse, en sevdiğim koku geri gelmişse, kardeş mutlu edilebilmişse hayat güzeldir.

geçtiğimiz yaz ortası günlerden bir gün çatkapı bizim bahçeye giren üç minik kediden biri bugün sebepsiz yere ölebilmişse hayat çirkindir.

"hayat aslında o kadar da zor değil" diyenler yalan söylerler; hayat zordur. oldukça.

16 Ekim 2008

rüya

sinemaya gelip salona girip susmayı beceremeyen gerzekler var hala. herkeste bir tane ağız var di mi? bak onlarınki kapalı, seninki niye açık? "he he ho ho, ay ay ne güzel jenerik; başladı film görüyo musun; ha bak burayı biliyorum ben" diye diye tam tamına 15 dakika konuşunca çıkışta madalya mı takıyorlar sana?
ama sizi de anlıyorum ben kuzum, size demişler ki "yeni bi aktivite var, filmekimi, ay çok in bu aralar, trendin daniskası felaaan" demişler. sonra biletleri 3,5 ytl'den satmışlar ki siz daha çok filmi katledin varlığınızla diye. bi sus bi dur be! kapa çeneni! şatdıfakap ya da. hangisini anlarsan.
ayrıca pıt pıt mesaj yazıyorsan niye geliyorsun, niye yoruluyorsun anacım? yok mu sizin orda böyle italyan markaları satan bi butik, oraya yatırsana paracıklarını, yazık günah değil mi? heba oluyor resmen o'horten'da, rüya'da, denizkızı'nda.
bi de korece konuşana gülmek var tabii. of of of.
neyse ben ne diyecektim, ha kim ki-duk benimle evlensin. hatta benimle evlenir misin kim ki-duk?

"siyah ve beyaz tek bir renktir."
"rüya bir anıdır."
kim ki-duk/rüya

11 Ekim 2008

ta ta ta ta ta!

sevgili bilog,
bugün beni kutlamalısın zannımca. çünkü kendi kendime, kendi başıma, yardım almadan ZEKERİYAKÖY denen yerleşkeye gidebildim, biliyor musun?
vertigonun tekiyim ben, bak onu biliyosun ama. ben kim zekeriyaköy'e gidip yol iz bulmak kim -Dİ. artık öyle değil. gittim ve buldum. ulvî bir amaç için. meğer almanca öğrenmişim de almanca öğretirmişim. aman yarabbi. ay beni beni hatta.
beklediğimden de kolay oldu aslında. bebek'e yürüdüm, kampüsün içindeki minik patikadan (patikalar hep minik olur zati, laf işte), sonra sarıyer'e giden arabalara bindim, son durakta indim, dolmuşa bindim. hop zekeriyaköy. ama zekeriyaköy deyip geçme, bir ıssız köy sarıyer dağlarında. sakinlerinin ekonomik profilini çıkarmaya gerek yok, her şey ortada. (merak edenler için bkz. ben bugün villa gördüm).
hayat garip ama. dün gece saat 10'a kadar zekeriköy'ü bilmeyen ben bugün orada bulmuştum kendimi. dün zaten tuhaf bi gündü. weird der gavurlar. hafif "ürkütücü" hissi vardır "tuhaf"ın yanı sıra.
sabahın köründe filmekimi kapsamında mehmet ali nuroğlu ile yan yana cenova izlemece.
akşam bir önceki posta gelen yoruma şaşkın şaşkın bakmaca. nazlı hanımcımla fikir alışverişi.
-harun tekin mi yazıyo orda, gözlerim seçmiyo benim? yorum mu yazmış?
-evet ya, peki essahtan mı harun tekin?
-ne bileyim madam, değilse de şaka mı bu şimdi? böyle şaka olmaz ki, komik bile değil.
tiz aydınlığa kavuşsun bu mevzuuuuuuu.

ama var ya kutlamalıyım,kutlamalısın bilog.

9 Ekim 2008

dişi

bu aralar kendilerini tanımadığım halde beni sinir eden iki kadın var:
1) otobüste yanımdaki koltukta oturan teyze
2)pelin batu

ikincisi daha kolay olduğu için ondan başlıyorum.
televizyonu az bulan biri olduğumdan televizyon karşısına geçince çok saf bir seyirci oluyorum ben, her yerde izleyecek bir şey bulabiliyorum kendime. azıcık trt'de türk sanat müziği korosuna bakıyorum, oradan bir türk filmine zıplıyorum, sonra azıcık yemek ve el sanatları izliyorum (hayır gezelim görelim değil), sonra biraz finans gündemi, ha bazen de böyle gündüz kuşağı buluşma/sohbet programları. misal kanal 1 (yok kanaltürk'müş o düzeltiyorum) diye bir kanal var ya, orada renkli televizyon namında bir sohbet/tartışı programı var idi bayramda. harun tekin'i görünce durdum, hah seyredilecek bir şey dedim. ama baktım pelin kızımız da orada ve "benim babam büyükelçiydi" cümlesini hayatının baharında on bininci kez sarfediyor. otostop hikayeleri anlatıyor bizlere. şimdi efendim bu kızımız çok severmiş öyle otostop çeksin, gideceği yere gitsin. bir gün de biri ısrar etmiş buna, illa da gel benim arabama bin diye. bu da kırmamış adamcağızı binmiş, ama adam buna ahlaksız teklifte bulunmasın mı, ya yaa. derhal inmiş tabii arabadan.
bunun erkek kardeşi arda varmış, bunlar hep çıplak dolaşırlarmış evin içinde. öyle de rahat ve modernlermiş. türk standartlarında garip bi durummuş bu evet ama olsunmuş.
ingilizçe şiir yazmış, açıp bir tane okusun muymuş, çok canı çekmiş. ahh şu şiir, AVAM bulmuş onu.lordlardan gelmiş, lordlara gelin olmuş...
geçen fakültede o güneş gözlükleriyle havalı havalı merdivenlerden inerken ben de salkım saçak yukarı tırmanırken karşılaştık da deyivereyim bunları yüzüne dedim. ama sonra ya "benim babam büyükelçi" derse yine ben ne yaparım o zaman dedim. sadece avamlar götürsün seni dedim içimden.
diğer kadına gelince
adını bilmiyorum. otobüsün en önünde (yani yaşlı ve hasta kadınlara rezerve yerinde) birlikte yolculuk yapmak zorunda kaldık geçen hafta. o cam kenarından koridora bir buçuk koltuk işgal ederken ben ayaklarım koridora uzatılmış halde muavin kazara basıp ezmesin ayaklarımı diye dua ediyordum; o da sağolsun farkındaydı durumun, hoplayarak geçiyordu. bir ki üç hop, altın top.
ama altın kızımız memnun muydu halinden? hayır asla. gripti ama yüzüme sokulup saati sormakta, geçen arabaların teknik özelliklerini bildirmekte, otogara kaçta varacağımızın hesabını birlikte yapmaya davet etmekte, hayatım ve geçmişimle ilgili sorular sormakta ve kendi sırlarını anlatmakta beis görmüyordu.
ben de bildiğim tek gripten korunma yöntemini uyguluyordum çaresiz: nefes almıyordum. evet, böyle o bana yaklaştığında ve geri çekildikten sonra bir beş saniye daha nefesimi tutarsam hastalık kapmayacağıma inanmıştım. eh sarımsak da zaten en iyi doğum kontrol yöntemi benim nezdimde. ondan kelli sorun yoktu, olmamalıydı.
peki niye hapşuruyorum ben o zaman? niye boğazım yanıyor. ha teyze sorarım size?


saçların tarumar zaten bu aralar.

6 Ekim 2008

dedikodu

karar verdim.

s'ye benzemek istemiyorum.

yani günün birinde insanlara kayıtsız kalmak istemiyorum.

herkesi dinlemeye ve anlamaya (çalışmaya) yılmadan devam etmek istiyorum. bir insan sırf konuşabildiği için bile dinlemeye değerdir. hem korkmayın, herkesin anlatacak ilginç hikayeleri vardır, matmazel. kulak kabartmak lazım sadece. çok iddialı bir genelleme sunayım hemen size: insan karşısına çıkan herkesten ama herkesten bir şey öğrenebilir. eğer isterse.

sonraaaaa bir insanın varlığına teşekkür etmeyi bilmek lazım. en azından hayatta bir kere. sen olmasan ben ne yapardım diyebileceğimiz bir insana sahip olmak o kadar fena bir şey değil inanın. bir gün birilerine ihtiyaç duymak, onlardan yardım almak insana güvence verir ve güven hayatın manası için elzemdir. nokta.

ama ben s'ye benzemek istemiyorum. üstünde istediğim zaman konuşurum, istediğim zaman susarım; sizin adımlarınız totomda bile değil yazılı ışıklı bir levhayı gün boyunca göğsümde taşımak istemiyorum. her hareketimle karşımdaki insana bilmemkaç milyar ışık yılı öteden gelmiş tanımlanamayan mahluk muamelesi etmeye katlanabileceğimi sanmıyorum.

sonra şaşıracak şeylerim hiç bitmesin istiyorum. bilmediğim bir şeyden bahseden birine o şeyi bilmediğim halde ohhooooo onu çoktan biliyordum ben gibisinden poz kesmek istemiyorum.

meraba demek istiyorum, merhaba'dan ziyade.

ayrıca annemden nefret edebileceğimi sanmıyorum. sooooo, here empathy is unavailable. sorry.


çok şey derim ama kafi.

haaaaaa, bi de hayatım boyunca pirenses görmek istemiyorum.

5 Ekim 2008

kedi

masada öyle otururken dolabın önünden bir kedi geçti sanıyorum birden. siyah ya da koyu gri, çevik, sinsi bir kedi. bakışlarımdan bile hızlı. kaç keredir bakıyorum ama yakalayabilmiş değilim. kalkıp yatağın altına bakardım ama çok üşeniyorum. oraya girmiştir, nereye gitçek başka.



not: "halüsyosünasyon" değil, var gerçekten o kedi. gelin görün isterseniz.

-öyle miiiiii? peki neden sadece sen görüyorsun?
-nı ha ha!

4 Ekim 2008

çay



şimdi sen benimle beşiktaş'ta çay içtin ya

-ben bunu bloga koyarım.
-yaparsın bilirim.

degüstasyon

canan ki degüstasyon'a gelmez
balıkpazarı'na hiç gelmez*

şimdi hangisi mühim diye soruyorum kendime. bu şiiri mösyö ile balık pazarı'ndan geçerken dillendirmek mi yoksa bu dizeleri benimle aynı anda dillendiren bir başkasının varlığına şaşırmak mı?

degüstasyon sadece meyhane midir?
nedir fransızca degüstasyon?
yok ordan bi şey çıkmaz.


*orhan veli