31 Ocak 2009

fena hâlde burgazada

iç ses: deli misin yahu sen, bu saatte burgazada mı gelirmiş insanın aklına!
öteki iç ses: ya geldi işte, şimdi kapıyı açsam da bi vapur geçse ordan, sabaha adada uyanırız ha?

barış'a özlem

gecenin şu saatinde beni televizyonun başından kaldırmayan bir şey var. içinde de her şeyden çok barış manço ve çocukluğum var.
her ne kadar aksaklıklarla dolu bir program olsa da, herkesin dili sürçse de, programın hazırlığına çok özenilmediğini biz anlasak da, derya köroğlu anlıyorsun değil mi? şarkısını sanki ömründe hiç duymamış gibi kağıttan okuyup katletmiş olsa da yine de izlemeye değer.
hatırlıyorum ben o günü, 1999 şubatı, 6. sınıfa gidiyorum. sabah uyanıyorum okula gitmek için, ama televizyondan bir ses yükseliyor, sabah haberleri barış manço'nun ölüm haberini veriyor ve beni yatağa çiviliyor. o gün hiçbir şey yapmak istemiyorum, yataktan kalkmak bile istemiyorum. bir süre öylece yatıp düşünüyorum.
hiçbir meşhur adam bu kadar yer kaplamamıştır herhalde hayatımda.
10 sene ne çokmuş be barış abi, sen ne kadar uzaktasın şimdi. çocukluğum da bi o kadar uzak mı yani? yaşlandık desene, senin sesinin buğusuna gömdük çocukluğumuzu ve yola devam ettik. sana yetişemeyenler de hiç çocuk olamadı zaten. ama merak etme, ben şimdi seninle dolu bir program izliyorum televizyonda ve elbette gece sütümü içiyorum, kalsiyum falan olsun diye. ha bi de sana hiç yazmamış olsam da moda'daki adresini hâlâ ezberimde tutuyorum.

30 Ocak 2009

isa (merhameti)

dün gece cnbc-e vesilesiyle bir kez daha izleyince anladım ki nuri bilge ceylan ona bizzat sormadığım soruların cevabını çok da güzel verebiliyor. hem de fevkalade bir zamanlamayla. benim isa'nın içindeki (sebepsiz, gerçek ve vurucu) kötülük yapma dürtüsünü yadsımama izin vermiyor. isa bir yanda, benim bitmez tükenmez isa merhametim diğer yanda durunca savaş ve çatışma kaçınılmaz oluyorsa bu filmden güzel savaş meydanı mı olurmuş deyip kafamı uzatıyorum yine içeri.
bir kez vurduklarında öbür yanağımızı uzatacağız tamam, ama ya ikinci kez vuruyorlarsa ve bunu isa gibi umarsız, kaygısız, düşüncesiz bir biçimde yapıyorlarsa o zaman ne yapacağız, bu sefer de daha öbür yanağımızı mı uzatacağız?
bi dolu manasız şey var, kötülük niye anlamlı, niyetli, bilinçli olsun?
misâl ensemize mi dayasınlar silâhı, yoksa alnımızdan vurulursak mı daha az acır?
bile bile ladesi mi istersiniz, üç maymundan en çaresizi olmanın farkındalığını mı?


iki adım öteye git, nefes alamıyorum.

28 Ocak 2009

teknoloci teknoloci / nankör kedi

ben heidi insanı olaraktan teknolojinin gözlerinden öper yanaklarını sıkarım. çok sevgili bilgisayarıma da buradan "be vicdansız, be insafsızın kızı, be nankör kedi" şarkısını armağan etmek isterim. mümkün müdür acaba?
o madem o kadar uğraşmış benim için, o simsiyah ekranına NTLDR EKSİK yazmış, küsmüş, oyunu bozmuş ben ona bir şarkı armağan etmişim çok mu.
ayıp ama cicim, seninki düpedüz ayıp. dört senedir omuz omuzayız ülen, gak deyince ekmek guk deyince su, bir dediğini iki etmedim, sevdim korudum kolladım. seninki büyük kalleşlik ülen!
ben sana o kadar bel bağlamışım, bir tık dememişsin dört koca senede, ben öve öve bitirememişim seni, tek bir format bile yemişliği yok teyzesi demişim, içkisi yok kumarı yok demişim, evden işe işten eve demişim senin yaptığına bak şimdi be kütttttt diye! teknolojiye ısınamadım zaten ya hiç, seni sevmiştim ben ülen, güvenmiştim sana, yapılır mı bu!
onca fotoğraf, bir sürü kayıt...
sen benim yangında ilk önce kurtarılacak dolabımdın, bu kadar kolay göçertir mi kendini bir makine be?!
elimiz mahkum götürüp teslim ettik makineyi. bundan sonra böyle adamım dedim giderken de, artık ben heidi, sen makine. aramızdaki münasebet bundan ibaret. iki saat içinde beş kere aradığım teknik servis en sonuncusunda böğrüne daldık şu anda, c'ye ulaştık, alıyorum dosyalarınızı dedi ama kendi gözümle görmeden inanmaya niyetim yok. şimdilik beklemek var yani, yapacak fazla bir şey yok. adımız hıdır elimizden gelen budur.
ama dün geceki felâket ve yıkım hâlinde tirşe bir telaşla uykudan uyandırdığım çok saşlı az sakallı a beycim de olmasa, "kasma kuzum, alt tarafı nuri alço'yla tanıştı bilgisayarın bugün, şimdi daha bi hazır hayatın gerçeklerine" dememiş olsa bilmem nasıl olurdu.
ondan kelli geceki çabası için sipeşıl tenks to a beycim.
sana karşı da soğuk bir nötrlüğüm var teknoloci, haberin olsun.

27 Ocak 2009

sertaççççç ortaççççç ve bir vatan meselesi

ben link vermeyi öğrendiğime göre hayırlı bir linkle açılışı yapmak isterim bilog. işte şuraya tıklayıverdiğinizde perihancım madencim'in bugünkü yazısını okuyabileceksiniz siz sevgili okurlar. hani şu zilyon defa link verdiğim kadın. hay ağzını öpeyim denilesi bir kadın, sen demeseydin ben diyecektim onu tadında bir hatun.
yazın beach club'larda hayyyaaaaat beni neden yorugghousuuuun? diye vızıldayanlar için belki faideli olur. belki bir kapı açılır bir yerde. ne dersiniz, hoş olmaz mı?
ama boşuna yoruyorsun milleti perihancım, anlayış farklı kültür farklı hep. buralar hiç dutluk olmadı, ben görmedim yani. ahmet kaya da görmedi.

görünmeze methiye düzülmez ama...

benim kağıt param bi şekilde döne dolaşa senin cebine girebilirse eğer sence siyah kaplı küçük defterin bi gün yolda yürürken ben, bir apartmanın sekizinci katından önüme düşmesi olasılığı nedir?
yav o değil de permütasyon nedir? olasılık nedir? sence değer nedir?
o siyah kaplı defter ortaya çıkıp seni aydınlatmadıkça karanlık, sadece karanlıktır.
sen karanlıksan değer karanlıktır, sıfat karanlıktır.
siyah defter kimin? ben kiminkiyim? sen? kimin? kimbilir...

maroon 5/secret çalsın fonda. şurası daha daha vurgulu:

i know i don't know you
but i want you so bad
everyone has a secret
but can they keep it
oh no they can't

driving fast now
don't think i know how to go slow
where you at now
i feel around
there you are

cool these engines
calm these jets
i ask you how hot can it get
and as you wipe of beads of sweat
slowly you say 'i'm not there yet!'

26 Ocak 2009

kış temizliği / mor mu mavi mi?

"herkes kendi evinin önünü süpürse şehir tertemiz olur" diye bir söz okumuştum bir yerde. biraz obsesif görünse de uydum ben bu lafa ve blogta kış temizliği yaptım efendim. dekorasyona da azıcık el attım, biraz renk biraz desen olsun istedim. sonra bir adet "tapten köşesi" ekledim ki aceleci ziyaretçi heidi'nin derdini bir çırpıda anlasın.
ayrıca biraz daraldı blog, inceldi, yazılar küçüldü falan filan işte.
ama zaten görüyorsunuz siz bunları, niye anlatıyorsam. hiç işte.

hem asıl kış temizliği bizim evdeydi bugün. yarına hayatımın belli bir bölümünün en yakın tanıklarını evde ağırlama var. dikkatli okuyucu onları "three birds" olarak şıppadanak hatırlayacaktır. bildiğin kuşlarım benim yani. neden kuş? hiiiiiiç, özel bir nedeni yok. beş yıllık geçmişimizde gelişmiş bir tanımlama durumudur diyelim ve geçelim.
ama bişi diyim mi size, düpedüz ev oturması bu. kekler pastalar börekler. ühüüüüü kısır bile var.

lâkin bende de bir kabuğuna sığamama durumu var, niyeyse. kuşlar gelecek, tamam. e bugün süper güzel bir şey olmuş nazlı hanımcım cephesinde, ona heyecanlandık tamam, eeeeee başka?

şahsî değişim plânları belki. tabii şu anda sadece plân proce hâlinde onlar. o yüzden fazla ayrıntılı anlatmam ama bakın şöyle bişey yapalım, ben tek bir soru sorayım, siz de gelip gittikçe fikir beyan edin. en lüzumlu kelime: saç
ve evet sorumuz da: mor mu mavi mi?
bekliyorum efendim.

22 Ocak 2009

puf-çuf

homini gırtlak... pufidi kandil... tumba yatak...
şeklinde bir özet çıkardım ve bugünlerde hatrımı sorana onu sunuyorum hemen. görüldüğü üzere bolca uykuya işaret ediyor bu cümle. yaklaşık 10 saat, yaaaaaa.
sonra bidolu rüya. tuhaf rüyalar. bazen 'arkası yarın' bazen de 'uyumaya devam ederseniz rüyanızın devamı 5 dakika sonra başlayacaktır' anonslu rüyalar.
meselâ geçen yıl öyle bir rüya dizisi vardı. fotoğrafçıya gidiyorum, tam 24 adet vesikalık çektiriyorum. bir ay sonra bir gece yine rüyamda aynı fotoğrafçıya giriyorum ve ben bir ay önce fotoğraf çektirmiştim, onları alcaktım diyorum. iyi gülmüyo bana adam, çıkarıp veriyor fotoğraflarımı kibar kibar.
uyanınca kızıyorum tabii kendime, deli heidi diyorum, normallllll ol biraz diyorum. cümle insan uykusunda gezer, sen rüyanda geziyorsun. hem de planlı programlı. bu kadar da kontrolfirik (evet Frenkçe) olunmaz diyorum.
ne ise...
gerisi yemek işte. stabil bir hayat. gözünü sevdiğim rutin. kanepe-mutfak-yatak üçgeninde akıl almaz hızla akan zaman. yazdan derin dondurucuya doldurduğum kitaplar da bitince el işine vurucam kendimi artık, söz. geçen kış verimli geçmişti, bir kazak, bir hırka, bir atkı sığmıştı bir küçük aya. bu yıl da incik-boncuk yaparız bi şeyler. nasıl olsa nohut oda-bakla sofa-mercimek atölye. komikmiş mercimek atölye.
tebdil-i mekan derseniz ı-ı yok derim. cumartesi-pazar için ufak bir tren yolculuğu, ailecek bir özümüze dönüş operasyonu, beni babamın köyünün yağmurlarında yıkasınlar talebi, hadi gel köyümüze geri dönelim coşkusu duruyor ufukta ama, tren kırmızısı, camın demirine tutunan ellerin avuçlarına yapışan kekremsi demir kokusu, tren camından kafamızı çıkarınca kuş yuvasına dönen saçların görüntüsü, çocukluğumun en güzel yazlarından birine ev sahipliği yapmış ova ve dere bütünlüğündeki o müthiş arazinin manzarası, türlü mahluğun kış akşamı senfonik armonisini izleme fırsatı, köydeki evin karşısındaki elektrik direğinin müzmin misafiri leylek hanfendinin duyabildiğimiz ya da duyamadığımız tak-takları gibi bisürrrü sebep bile totomu kanepeden kaldırma konusunda bu sefer yeterince ikna edici olamıyor ne yazık ki.
ben de ne yapıyorum, geo challenge ile kendi hareketsizliğime meydan okuyorum. yeni ödüller kazanıp puanımı arttırdıkça seviniyorum. daha fazla bayrak tanıyorum artık, daha fazla şehir. ne işime yarayacak bilmiyorum ama ufku geniş insanlar böyle genişletiyor ufuklarını diye sanıyorum.
biz mi büyüdük, televizyon mu daha çok kirlendi? alın size güzel bi muamma. meselâ ben küçükken eşyaların bize oyun oynadığını düşünürdüm. bir yıl önce giydiğim tişört ertesi yıl küçük gelince şaşıran bana annem o malum açıklamayı yapardı hep: e büyüdün kızım. o gider gitmez ben dolaptaki giysilere şöyle bir göz kırpar, hınzırca gülümserdim. biz büyürken eşyalar niye yerinde dursun diye isyan ederdim. eşyalar da küçülüyordu aklımca. kimse buna dikkat etmiyordu, ya da böyle bir şeye ihtimal vermiyordu ama bütün o kıyafetler küçülüyordu işte. değişime ayak uydurmak için. kendi meşreplerince.
daha anlatçam, ayrılmayın siz. çay koyup geleyim ben, sonra yastık sohbeti yaparız, e sonra yatak vakti, rüya zamanı...

20 Ocak 2009

altın sarısı

oje rengi olarak yani. değişik. bir sürü seçenek varken neden altın sarısı, di mi? gündüz gündüz. hem de bir sürü seçenek arasından. seç-enek, seçmek. seçmek, seçenek varsa kolay. hele çok seçenek varsa güllük gülistanlık. a)hepsi ve d)hiçbiri bazen can sıkıcı olabiliyor ya, zaten az çıkar doğru cevap o seçeneklerden. tembel işi gibi görünür onlar çünkü. 'düşünemedim ben şimdi, ya hep ya hiç işte' mantığı.
zaten seçemeyiz ki onları, bir güç tutar bizi. hiç gerçek değildir o şıklar çünkü. gerçek şudur ki her zaman bir makas ayrılır önümüzde, bu yüzdendir ki makas gavurca'da çoğul sayılır.
zira hayat çoğul gelir, çoğul yaşanır.
kekimi hem elimde tutmak istiyorum, hem de yemek istiyorum denmez.
hayatta bir araya gelmeyecek iki şeyi muazzam bir gayretle birleştirmeye uğraşmak fuzuli bir iştir. iş-miş.
ve iki ay lâzımdır bunu keşfetmek için.
iki ayın sonunda kâr zarar hesabı yapılır.
bir kilo yapıştırıcı olsa birleşmez mi yine? diye ucuz hesaplar da yapılır.
işler karışır.
cevap bellidir de kalem kırılmıştır, yazık. geri dönüş yoktur.

18 Ocak 2009

anne 19 ocak'ta ne olmuştu?

yarın güvercin'i dinleyin mesela siz sezen aksu'nun sesinden. kaldırımlar yalnız kalmasın tanıklıkta, herkes zabıt tutsun.
ya da sarı gelin dinleyin, anladığınız anlamadığınız, sevdiğiniz sevmediğiniz tüm dillerde.
o da olmazsa ses çıkarın sadece. mesela "2 sene önce 19 ocak'ta ne olmuştu?" sorusuna cevap verin.
bi şeyler yapın, yapalım birlikte.
hatırlayın, hatırlatalım.
kaybolmasın.

16 Ocak 2009

sonbahar

çok çirkin şeyler çok güzel anlatılabiliyor efendim. mutlaka gidin görün sonbahar'ı. ben anlatmayayım, film kendini anlatsın.
ama nâzım'ın "yaşamak güzel şey be kardeşim"inin filmi çekilse buna benzerdi herhalde.

mikhail: dur yusuf, bahara çıkarız yaylaya.
yusuf: (ben bahara çıkabilecek miyim acaba?)

14 Ocak 2009

klasifikasyon

insanları sınıflandırmaya başladım. darwincilik yapıyorum düpedüz, insan darwinciliği. sen böyleydin anam böyle oldun (boktun, koktun gibi), sen iyiydin de bu aralar kendinde değilsin. seni sevmezdim ama bak birden kanım ısındı. sen bencil, sen ketum, sen panik, sen kıskanç...
fena bu. yapmamam lâzım. bütün şaşırmalar falan bitiyor çünkü o zaman. bildiğim kumaş diyorsun geçiyorsun. ben adını bile duymadığım kumaşlara dokunmak istiyorum halbuki, onları bi şeylere benzetip çözmeye çalışmak. ipek mi saten mi tafta mı? ne bu?

ata demirer sesiyle "çizdim oynamıyorum" demek istiyorum ben aslında. öyle yerlere göklere bir haykırışla.
değme brezilya dizisine taş çıkartacak olaylar yaşanıyor çevremde, ben de tepkisiz seyrediyorum. meğer en normalim diyen bile gündüz kuşağı kadın programı malzemesi olabilirmiş, mümkünmüş.
şemaya ihtiyacım var benim aslında, kim kimin neyi?
arada 18. bölüm varmış meğersem, düğüm orada çözülmüş meğersem. yersen.
neyse geçiniz piliiz, sırada ne var? ev var.
o zaman yurt basar ev sarar der susarım ben artık.
sağlıcakla.

12 Ocak 2009

adam

bir kere de şaşırt beni, geldiğini hissetmeyeyim artık.
ya da gelmesene sen en iyisi artık adam, ha olmaz mı?
sıcak-soğuk oynamayalım artık, ben çok sıkıldım.
şarkılarla rüyalarla gelme, iett otobüsüne binme, burda inme.
bir sabah birden gelme, gece gece hiç gelme.
alınma, bıkmadım senden daha, ama yoruldum
ben sen-den.
kişisel bi şey evet, tamamen benim kendi kişiselliğim.
susma, konuşma, şarkı söyleme.
geceleri yatar yatmaz uyuma hemen.
daha az sigara iç,
daha çok düşün düşünmediklerini.
basitleştir her şeyi ve özümsemeden çık işin içinden.
konuşacakken tıp ol,
içine attıkların içinde kalsın.
anladım ki sen içine attıklarınla sensin.

"hiçbir şey yoktan var edilemez" kuralı en büyük yalan o belli de
"var olan bir şey yok edilemez" kuralının yanılma payı hiç mi yok?
nefes al, nefes ver.
kaybol.
lkfjgjhgjhgjfkwjlkci.......

10 Ocak 2009

sayın valim

ben gittim vali filmine ve siz gitmeyin diye anlatıyorum.
___ ara çizgi ___
gitmek için bazı şahsi sebeplerim vardı. örnekse uğur polat
___ devam____
sayın yönetmenim ve sayın senaristim belli ki komplolar içinde kalmışlar çıkamamışlar, bizi de uyarmışlar aman oyuna gelmeyelim, yaş tahtaya basmayalım diye. elimizde bir tek uranyumumuz kalmış meğersem, o yüzden de mühendisleri, valileri keklik avlar gibi avlarmış bu amerikalılar. filmdeki amerikalı'nın dediği gibi türkler herşeyi unuturmuş çabucak. tabii unutuyoruz ama neyi unuttuğumuz, neyi ezbere aldığımız biraz karışık, değişmen ve çelişmen. diğğğğğ mi?

filmi neresinden tutayım da neresi kalsın bilemedim. filmde amerikalı bir karakter var mesela, türkçe konuşuyor, 'tahsis etmek' demeyi bile öğrenmiş ama bir tek r'leri yuvarlıyor, tüh bir onu düzeltememiş işte. napsın, amerikalı.

bir kızcaaz var, "amerikan dili ve edebiyatı" okuyorum diyor, meşhur valimiz de kocaman açıyor gözlerini neeeeeeey? diye, sonra da dudak arasından "olsun, o da lâzım" diyor. (!) ve sonra bu kızımız amerikan casusu çıkmasın mı! yaaaaaaa. öyle master tezimi yazıyorum falan diyor ama ne yazıyor kim bilir gizli saklı. yaaaaaaa. o kadar bölüm var, o kadar meslek var di mi anacım. ne zekisiniz ki müthiş bir bağlantı kurmuşsunuz, bir de saf ayağına yatıyorsunuz. "amerikan dili ve edebiyatı" okuyandan ne olur zaten. amerikan casusu! tabii.

hayır, kızmamam lâzım aslında. aynı muameleye maruz kalmıştım bizzat bir keresinde. anneannemi ziyarete gelmiş uzaktan bir tanıdık ne okuduğumu sormuştu, ben cevap verince de (cevap=ingiliz dili ve edebiyatı), "ay kızım yazık etme kendine, türk dili edebiyatı oku" demişti. sonra ben bir hamlede yerimden kalktığım gibi teyzeyi yutuverdim. yaaaaaaa.

emsal teşkil etsin, kimse bir daha böyle bir şey demeye cüret edemesin diye. ama görüyorum ki değişen bir şey yok ve olmayacak da. bugün film bittiği hâlde perdedeki jeneriğe yaşlı gözlerle ve bir trans hâli içerisinde bakmaya devam eden teyze gibi. herkeste kuvayi milliye ruhu olmalı valim evet, bakın bu teyze geliştirmiş bile.

ben kim miyim valim, ingiliz casusu ben. arabistanlı lawrence, bildiniz mi?

6 Ocak 2009

to-do-list

* yarın erken uyan, yani erken uyanıyorsun da yataktan erken çık.
* daha ılımlı, uyumlu ve olumlu ol, en azından öyle olmak için bahaneler üret.
* ligabue dinle. bak bakalım yine sevecek misin.
* şemsiye al, çünkü iki haftadır şemsiyen yok bilmem farkında mısın.
* insanlara hoşlanacakları ve dinlemek isteyecekleri şeyleri anlat, anlatmak zorunda olduklarını değil.
* djarum cherry'yi edinmenin yollarını araştır, ya da dur vazgeçtim en iyisi topyekün bırak djarum ailesinin fertlerini.
* 10 gün içinde doktorla randevu ayarla, 5 yaşında iki koltuk arasında sallanırken kırmış olduğun burnunun kırık olduğunu geçen yıl fark ettiğini anlat. acaba bu yüzden mi yıllardır nezleyim diye sor. şu bir aylık tatilde ameliyat mı olacakmışsın acaba, öyle mi dedi anne en son, bunları bi araştır rica ederim. mühim bu.
* bugün 2 adet fevkâlade bey refakatinde lunapark gezdin diye bir kere daha sevin. korku treni ve bowlingi de sakın hafife alma. eğlendin kabul et. (pardon ama siz korkutmuyorsunuz ki pislik yapıyorsunuz, hava sıkıyorsunuz).
* kütüphaneye git. !acil ve olağanüstü mühim madde!
* daha çok su iç! (müzmin madde)
* daha çok meyve ye! (anne destekli madde)
* taksim'e yolun düşerse mutlaka vazgal'a uğra. kabul et, karamelli kahve istiyor canın kaç gündür.
* fırat takvimini asacak en uygun yeri bul artık. bakmayarak aldığın penguen'den çok cin cem dinlenmiş bey'in heidi temalı karikatürünün çıkması şans mı tesadüf mü kader mi bi düşün.
* gazeteyi internet üzerinden okumak gibi saçma bir huy çıkardın, doğru dürüst büfeye git.
* daha önce hiç dinlemediğin bir şarkıyı dinle ve çok sev.
* sonbahar'a mutlaka git. kaçırırsan ayıp edersin.
* son olarak kar yağarsa dışarı çık. yağmazsa çıkma.

4 Ocak 2009

kendimle röportac yaptım da az önce...

manasız inatların insanıyım. niye?
-çünkü bilgisayarımın mikrofon şeysi bozuk halde, yaklaşık bir aydır. onu tamir ettirmek di mi, yapılacak olan bu. ama ben tamir ettiriyor muyum, hayır. ve annem pes etti artık bu akşam msn'de. bir aydır görüntü var ses yok çünkü. sen bunu tamir ettirmedin ama ben dudak okumayı öğrendim kızım sayende, sağol dedi. komik kadın vesselam annem. hayatımdaki adamı severse ne ala, o adamdan iyisi yok. sevmediklerine ise "noel baba" demişliği bile var. görüştün mü noel baba'yla?? aradaki bağlantıyı anlatamıycam şimdi, uzun olur. ama zeki kadındır annem, bilen bilir yani.

anlatılmaz zıtlıkların kadınıyım. niye?
-çünkü doğum günü hediyesi alma kusurlusuyum. a beycim (bu yumurta kafa olan değil efendim, ötekisi. hayatımda zaten iki tane a beycim var, biri az saşlı çok sakallı, diğeri tersine çok saşlı az sakallı. bu bahsedeceğim az saşlı olan (burada durunuz ve bkz. 'çözün bakalım bu bilmeceyi' ya da bkz. 'kısa kes aydın havası olsun'). işte bu az saşlı olan a beycim'e ben hediye alamadan daha o bana hediye aldı yine. duvardan duvara karakalem. bir kuple kuledibi manzarası. yapma dedim, etme dedim, hatırası var dedim, çok güzel bu be dedim, dedim de dinletemedim. aldı. iş onu asacak bir duvara ve o duvarın ait olduğu bir eve kaldı. evet üç buçuk nal, bir at, bir araba lazım hesabı.

saplantılı ısrarların ev sahibiyim. niye?
-çünkü kendimden emin bir biçimde aldığım kararların tersine tersine, burnumun da dikine dikine gidiyorum. olsun ama insanlar ikiye ayrılmaz mı? takıntılı olanlar, olmayanlar. takıntısının farkında olanlar, olmayanlar. takıntısıyla mutlu olanlar, takıntısından şikayet edenler. ben hangisiyim bilmiyorum be bilog. benim için ayrı bir kategori açar mı reha erdem, dur sorup geleyim bi koşu.

o değil de bu aralar bazı anların kokuları geliyor aklıma. mesela 2005 yazı kokusu (tadı kiraz ya da siyah üzüm gibi, kırmızı bir koku, karanfil ya da tarçın sanki), 1998 nisan (soğuk, yapışkan bir koku, en çok çam kokusu gibi, rengi de zaten koyu ve kirli bir yeşil), 2008 ağustos (bol baharatlı, acısı tatlısı hepsi, çok keskin bir koku ayrıca, bi de sıcak bir koku, rengi de limon sarısı), vesaire vesaire.

-hayır, sigara içme. yaz.

2 Ocak 2009

vakit bildiğin vakit, bu vakit!

güzel olan hiçbir şeyi hak etmiyorsun "yalnız ve güzel ülke"nin insanlıktan uzak popülasyonu. varolan politikayı, sana uygulanan her türlü yaptırımı, çocuk yerine konup kuş beyinli muamelesi görmeyi hak ediyorsun. ankara başkentinse eğer orayı ancak melih gökçek taçlandırır. ve ankara'da 7 tane üniversite öğrencisi bir gecede, her beraber ölebiliyorsa, bu ülkenin bir gazetesi olarak sen vakit ancak "yılbaşını kutlarsanız böyle olur" diyebilirsin.

2009'dan ne diliyorum biliyor musunuz? bütün bu akit-vakit-nakit-zaman/sızıntı- mıymıntı - uyuntu tayfasının uzaydan gelen misyonerlerin peşine takılıp ya da ufoların egzos borularına yapışıp yok olmasını. puf diye.