18 Aralık 2007

tikkat tikkat!

hşşşşşşşşt, sessiz olun bakim! clara, şarkıyı kes lütfen! peter, çok rica ediciim, sen de otur yerine! bu blogun okuyucusu var(mış) artık. yaaaaaaaaa.
ve evet;
hiza al!
hazrol!

evet,hazırız ahmet beycim!
:-)

25 Kasım 2007

iyi ki varsın m. mungan!

“Ayrı iki kalkış yerinden aynı anda hareket ederek birbirine doğru-saatte şu kadar hızla-ilerleyen iki tren ne kadar sonra karşılaşırlar?”
Asıl sorun: ne kadar sonra karşılaşırlar, ilk karşılaştıklarından?
...
saatte şu kadar hızla birbirinizin
camlarında takılı kalarak
karışacaksınız boşluğa
karışacaklar boşluğa
...
kader değil midir şimdi rastlamak ona
kolay unutulmayacak bir olanaksızlıkta
...
ne kadar sonra karşılaşırlar
ilk karşılaştıklarından?
birbirine karşı yönde ilerleyen
iki tren
saatte şu kadar hızla
ve ne kadar sonra
karşılaşırlar?
-hiçbir zaman… hiçbir zaman…
...
şu kadar hızla saatte
şu kadar yılda zamanla
gelirse karşı karşıya
hızla ya da defalarca
...
yıllardır beklediğim o
beklediğim orada
kader değil midir şimdi rastlamak ona
kolay unutulmayacak bir olanaksızlıkta
...
az ileride makas değiştiriyor tren
şimdi başka raylarda
hayatının ölümsüz bir bölümü olacaktı belki
olmadı, ama boşver, makasla!
makas/kırk oda m. mungan

ya deli gibi istiyorsa taraflardan biri bu çarpışmayı? hayatının ölümsüz bir bölümü?
o zaman olmadı, ama boşver, makasla!? hmmmmmmm.

pardon, kolunuza çarptım galiba. ama siz hissetmezsiniz zaten.

5 Kasım 2007

"ateşte çaydanlık, camda yağmur..."

yağmuru sevenler parmak kaldırsın!
kışı sevenler kaleye mum diksin!
kardan hiç söz etmiyorum bile.
"ama kışın hasta oluyoruuuuuz!" diyenleri duyuyor gibiyim. sizi bilemiycim, ama ben olmuyorum efendim. çünkü "hasta olmak" benim bünyemin aktiviteleri arasında değil. çünkü ben mütemadiyen hastayım. sürekli burun akıntısı ve hapşırıktan mustarip.
mevsimler kadın gibidir ve/veya kadınlar mevsim gibidir. eğer doğruysa clara, ben kış kadınıyım. sen ise bahar kadını.
böyle yağmur yağsa, bulutlar güneşin önünü kesse yolda giderken bende bir huzur, bir rahatlık, mümtaz bir gülümseme.
bi de şey var sanki. havanın kapalı olduğu öğleden sonraları içimi kaplayan anlaşılmaz ve açıklanamaz bir temizlik yapma isteği. böyle kapayım kapı arkasındaki kovayı, sileyim süpüreyim, sileyim, düzenleyeyim, sileyim......
bi de dikiş dikesim gelir böyle havalarda pencere önünde ki sormayın, anlatmayacağım.
ezginin günlüğü "çeyrek" yapmış. bu albümde "yeryüzünün en huzur verici, sakinleştirici şarkısı" yarışması yapılsa kafadan birinci gelecek bir şarkı varmış. adı da "teninle konuşmak"mış. bi de üstüne bülent ortaçgil mırıldanmamış mı bu şarkıyı, âlâymış, değmeyin keyfimizeymiş.
mır-mır-mır mış.
...........

24 Ekim 2007

kilit / anahtar?

bir adama "gel" demek....... ama öyle "gel, benim ol" demek değil. kolundan tutup çekmek, "gel, beni tanımanı istiyorum. beni hiç tanı(ya)madın" demek. biliyorum aptalca.
"sen burada kilitsin, beni tanımana izin ver(e)medim ve arkama baktığımda hâlâ orada duruyorsun" demek. tam da bu cümlelerle.
bir anlık şaşkınlık.
"yoğunsundur, ama bir boşlukta konuşabilir miyiz?" demek. sabahtan akşama kadar sokaklarda gezip, istiklâl'de bir çay içip, akşama doğru bir film izlemek. "filmi sen seç mutlaka" demek. bütün konuşmak bütün gün boyunca. anlamak, anlatmak, anlaşmak?
sonra ortaköy'e geçip bir bankta sabahlamak. belki omzunda uyuyakalmak. şefkat?
yeniden başlamak, yeniden yazmak.
güneşin ilk ışıklarının yüzünün kıvrımlarında yaptığı oyunları seyretmek. şaşırmak.
ve ilk ışıkla vedalaşmak. "eeeeee, sonra?" dememek.

___________________________________

zeyrek'te bugün yaşlı bir adam, yaşlı bir adama şemsiye satıyordu. halbuki yağmur yağmıyordu. bir ambülans caddeyi yararak ilerliyordu. saat tam da ikiyi çeyrek geçiyordu.
ben "şiir gibi olmasın" dedikçe o inatla şiir gibi oluyordu.

bu post okunmak için yazılmadı.

20 Ekim 2007

kültürel çorba üzeri sanatsal salata!

ben çok kültürel oldum bu hafta.
perşembe akşamı tiyatroya gittim. hangi oyun olduğunu söylememe gerek yok herhalde. (zira bir önceki postun önceki postunda yazmaktadır).
sonraaaaaa bugün tam üç saat boyunca ayaklarıma kara sular inene kadar müze ziyareti. (derseniz ki hangisi, cevabım arkeoloji müzesi).:-)
sonra yarın akşama film ekimi'ne biletim var. "nefes" by çok değerli kim ki-duk.
ha, bir de klâsik müzik konseri ıskaladım çarşamba akşamı için. belirtmeden geçemeyeceğim.
hülâsa, bu haftanın kayıtlara geçmesini istiyorum. çünkü bir daha ya gelir ya gelmez. falan filan falan.

nietzsche/bıyık/nietzsche=?

bıyık çekmek demişken, bu aralar tuhaf bir istek duyuyorum. nietzsche'nin bıyıklarını sağlı sollu çekiştirip, "ay ne şeker şeysin sen" deme isteği. iz it normıl? hiişşşşşt, nietzsche duymasın!:-)

19 Ekim 2007

sahi nasılsınız ruhi bey?

varoluşçu musunuz? hııııııı, anladım. yokoluşçusunuz. o yüzden yoksunuz değil mi? ebe misiniz, sobe misiniz? neden gözleriniz bağlı kuzum? görmek istemediğiniz şeyler mi var yoksa? ya hatırlamak istemedikleriniz?

limonlukta uyuyakaldığınız gün? annenizi anlatsanıza.hani şu üvey olan?affedersiniz.
hayrunnisa desem?
konağı siz mi yaktınız?
neden yaptınız?
iyi misiniz?
bir maniniz yoksa bize gelir misiniz?
çay yaparım size, kurabiye de var. sahi gelir misiniz? sarı bıyıklarınızla, beyaz ceketiniz omzunuzda gelir misiniz bir akşamüstü? edip'i de getirir misiniz? ah, doğru siz onu bilmezsiniz. ama emin olun, tanısanız çok seversiniz.
hayalet misiniz? peki,anlıyorum......














bir boşlukta gidip izleyiniz, efendim. bu arada "katharsis" mi dediniz ruhi beyciğim? bravo, gözlerinizden öper, bıyıklarınızdan çekeriz.

uğur polat'a teşekkürler.

6 Haziran 2007

heidi!

heidi izleyin, lütfen. bakın deneyin, çok huzur verici gerçekten. oh, araraririiiiiii, mis gibi!
bir de heidi'ye pollyanna demeye kalkışmayın. kafa atarım. çok ciddiyim.

baskın oran/dominant rate

yıldırım türker (kendisini tarif etmek için kelimeler yetersiz kalmaktadır, azizim. bilen bilir, daha sonsuz çarpı sonsuz yıl o hınzır gülümsemesiyle köşesinde oturmasını delicesine istemekteyim ben) pazartesi günü zafer çığlıklarıyla ilân etmiş: "baskın oran milletvekilimiz" diyerek. sonra da yine aynı gün tam sayfa bir röportajı çıktı baskın oran'ın radikal'de. bakalım bakalım, ne demiş?

-Asker, son muhtırasında 'Ne mutlu Türküm demeyen Türkiye'nin düşmanıdır' dedi...
-Bu, bölücülüktür. Bu muhtıra, iki yıldan ağırlaştırılmış müebbete kadar gidebilecek cezalar gerektiren en az altı-yedi suç işliyor. Bir Ermeni ben Türküm demek zorunda mı? Bir Kürt ben Türküm der mi? Bu muhtıra gayrimüslimleri, Kürtleri dışlıyor. Bu, bölücülüktür. 15 milyon Kürt var bu ülkede. Türkiye'nin beşte biri Kürt. Bu ülkenin 700'de biri de gayrimüslim. Böyle olduğu için devlet laikliği uygulayamıyor ya... Sürekli kaba kuvvet uyguluyor. Çünkü bir ülkede dinsel çeşitlilik olmadığı zaman, din, devletin karşısında yekpare bir güç olur. Batı ülkelerinde laikliğin kolay yerleşmiş olmasının sebebi Protestan-Katolik dengesidir. Yani devletin karşısında tek bir din gücünün bulunmamasıdır. Ama bizde gayrimüslimleri yok ettiler. Alevileri de sistemin dışına attılar. Sonuç olarak da Sünni İslam, devletin karşısında heyula gibi duruyor işte. Devlet de devamlı zor uyguluyor.

bir de paşalar demiş. sivil paşalar. (bu ne ki acep? sivil polis gibi bir şey mi diyenleriniz varsa değil anacım). çizgiyi aşanın kulağını çekenler, ocağına incir ağacı dikenler. ha, bir de şanlı ordumuza zeval gelmesinciler. ordu devletin bel kemiğidirciler. ordu isterse gelir hepinizi dağıtır, dağıtmalıdırcılar, "toz olun lan"cılar. lâik olunacaksa siz kendiniz lâik olamazsınız, ordu gelir sizi lâik yaparcılar. şemsi paşa pasajında... demiş-miş.
bir deeeeeee, dominat rate diye bir şey varmış (ya da ben öyle diyorum). % 10'muş. kap yüzde onu, bakma yüzünün karasına, atla ceylan derisi koltuğa yumakla oynamaktan yorulmuş miskin kedi misali anlamına geliyormuş güzel türkçe'de.

sonra kaçışşşşşş. fırt diye.
şimdi adaylarımızı açıklıyorum efenim. öhöm öhöm.
genç parti istanbul 1. sıra milletvekili (adayı): İbrahim Tatlıses!
demokrat parti şanlıurfa 1. sıra milletvekili (adayı): Sedat Bucak!
bakın gördünüz mü? fırt diye.

ne garip. bu ülkede baskın oran diye bir vatandaş var. ama dominant rate anlamındaki baskın oranın ne yazık ki yanından bile geçemeyecek. adı baskın oran bile olamayan bütün azınlıklar gibi. ama demokrasi hâlâ en ideal yöndür/yoldur. (bkz. ilköğretim sosyal bilgiler kitabı).

tamam tamam, sustum.

1 Haziran 2007

hrant baba/amca/dede

"Hrant Dink'in öyküsünün çizgi roman olmasını, çocuklarımızın bu kahramanımızın hakiki maceralarını okumasını istiyorum. Rakel Dink'in öyküsünün film yapılmasını istiyorum. Dağlarda saklanarak geçen çocukluğunun. Onları asla unutmamamız için sanatın seferber olmasını istiyorum. Onların öyküsüne sanatlarını seferber ederek 'Affet bizi. Bizi affet!' diyebilen insanların ülkesinde yaşamak istiyorum. Biz de hakiki kahramanlarımızı kahramanlaştıralım ve bir sürü teraneyle/duayla/beyin yıkamayla dayatılan figürlerin sıkıntılı ağırlığına, bunu yeğleyelim istiyorum. Kimin kahraman olduğunu bilmeyen çocuklar yerine, hakiki kahramanlarının kim olduğunu bilen çocuklar yetiştirelim. İstiyorum. Hayallerimde."

demiş utanmadan perihancım madencim dünkü radikalde. link vermeyi bilmediğim için radikal arşivinde aratabilirsiniz efendim. önceki gün de maral dink'in agos'da çıkan yazısını koymuş köşesine. vatanını milletini seven bir insan evladının yapacağı şey mi sorarım size. 301'li, Cemil Çiçek'li, Kemal Kerinçsiz'li bir ülkede yaşıyoruz biz. failimiz, faullerimiz, falsolarımız çok. bizde televizyon kanalları günde beş kez "istanbul nasıl fethedildi" çizgi filmleri (altını fosforlu kalemle çizecektim ama bitmiş şekerim, kusura bakma) yayınlar. hrant dink çizgi filmi mi? cık cık. duymamış olayım perihancım. insan hayatı pamuk ipliğine bağlıdır bu ülkede. bir gün boylu boyunca serilebilirsin yere beyaz bereliler ülkesinde. büfk "hepimiz" demiş. geçen sene de "sesler" demişti. hrant dink nefes alıyordu geçen sene o zamanlar. perdeye yansımış yüzünü gördük. bir hikâye anlatıyordu bize. ermeni bir kadın. burada doğuyor, burada ölüyor. kızı "toprağına" (ermenistan) gömmek istiyor. hrant dink'i arıyor. kadının öldüğü köyde yaşayan yaşlı bir amca bir cümlecik bir şey söylüyor kıza. kız ağlamaya başlıyor telefonda. hrant dink "ver bakalım amcayı telefona" diyor. "ne dedin amca kıza" diyor. amca "bir şey demedim, oğul" diyor. "annendir, malındır. götürmek istersen götür. ama bence bırak burda kalsın. su çatlağını buldu".
hrant dink'in gözleri doluyor. son bir kez dönüyor kameraya ve söylemekten usanmadığı şeyi söylüyor: "ermenilerin bu topraklarda gözü var, gerçekten var. ama alıp götürmek için değil, dibine girmek için". demirel'e selam olsun!
artık ne sera'nın babası, ne rakel'in kocası, ne maral'ın amcası, ne de nare'nin dedesi.
artık sesi yok. nefesi yok. (nerede benim türk bayrağım? samast gelsin. bir hatıra fotoğrafı çıkalım önünde).
özür mü? borçluyuz perihancım evet. ama, ama diyesim var. sadece "ama niye yaptınız?"

ah, sari gyalin çalıyor. iyi ki.


yağmur-mır mır-yağmur

yağmur yağsın, selller aksın, arap kızı camdan baksın. lütfen.
bak mayıs geçmiş kapımızdan.

29 Mayıs 2007

pencere önü çiçeği

ben pencere önü çiçeği oldum. yok yok öyle değildi, pencerenin önünde çiçek var. sonra pervaz var. sokak var. yüzümde akşam rüzgârı, kulağımda müthiş huzurlu bir ses. sol taraftan buram buram ıtır kokusu. sonra minicik bir kuş. beş kat aşağıda.
telefonda heidi çözümlemeleri. heidi isviçre'de yaşar. ikide birde araraririiiiiii der. ama peter demez. çünkü peter küçük yaşta olgunlaşmış bir çocuktur, ailesine destek olmak için keçi çobanlığı yapmaktadır. o hiçbir zaman ararariri demez. işte bütüüüüüüün bu nedenlerden dolayı demez. böyle bir ciddiyetsizlik yapmaz. belki de racona terstir. ama alpler'in raconunu bilemeyiz.
sonra gülünür. sokaktan geçenler bu sıdıka pozundaki kıza bakarlar. böyle kel, bıyıklı, göbekli amcalar ve yaşlı bir teyze. utanılır ve kafa usulca içeri sokulur.
ıtır koklanır. bu post yazılır.
dı dım dım dım.

"pencere önü çiçeği" diye bir şarkı mı vardı sanki? bıreynsıtorming... bülent ortaçgil?

27 Mayıs 2007

yiğit ve özgür :-)

Sevgili Yiğit Özgür'e,
Allah sizi başımızdan eksik etmesin!
Penguen almamın başlıca sebeplerinden birisiniz. Dergiyi alır almaz önce sizi okumak farz oldu. Yoksa bir şeyler eksik kalıyor. Sanki Penguen o zaman çok komik olmuyor. :-)
Ne yiyorsunuz, ne içiyorsunuz? Nasıl böyle oluyorsunuz?
Hafif deli misiniz yoksa?
Maillerinizi okuyor musunuz? Okursanız bir ses verir misiniz? Ah, beni ihya edersiniz.
İyi ki varsınız.
Saygılarımla efendim,

Heidi

mailime cevap vererek beni ihya etmiştir kendileri. sevgi pıtırcığı gibi duran ve mütemadiyen alkışlayan smiley.

selamlar, yazdiklariniz icin cok tesekkürler, beni mesut ettiniz.
kendinize iyi bakin, görüsmek üzere
yigit

bir de isteyene bedavadan Yiğit Özgür karikatürü.

25 Mayıs 2007

hücum!

pomad birlikleri hazırlanın!
spray süvarileri siz de sağdan soldan püskürtün! nıha ha! :-)


edit: ne varsa doğada var anacım. pomad spray falan değil. karbonat karbonat. evet bildiğin karbonat! modern tıp, duy bunları.

23 Mayıs 2007

aft!

git burdan, giiiiiiiiiiit!

böğürtlen-bağrım

"böğürtlen gibi"......
öyleydi, değil mi?
o zaman böğürtlen olsun
bağrım.
mütemadiyen böğürtlen.
olsun mu?

böğür(tlen)!

Peter sana diyorum. sana da Clara. sadece ikiniz biliyorsunuz. Hişşşşştt, bu bir sır, tamam mı?

19 Mayıs 2007

vişneeeeeaaaaaaaaaa!










vişne istiyorum! bir sürü vişne istiyorum! onyüzbinmilyon baloncuk istiyorum!
vişne istiyorum. şöyle yeşil bir çanakta. ve bir çanak dolusu!
bir çanak da kulaklarıma istiyorum!
acil ama!
kiraz değil,vişne suyu,dondurulmuş vişne hiç değil! vişne istiyorum ben!

nasılsınız?

-nasılsınız?
-iyiyiz,efendim.sizi özlemekteyiz sadece.

ve
-ben ruhi bey nasılım?
-iyiyim,iyiyim...

(bkz. Edip Cansever)

26 Nisan 2007

kırmızı karanfil ve hüsnüyusuf


hüsnüyusufun ingilizcesi "sweet william"mış. ne güzel. aslında komik bir de.:-)

24 Nisan 2007

nısrav ik iyi!

gözlerinde denizi gördüm.
köpük diyorum böyle baştan başa.
siyah dantelden sızan gün ışığı,eteğimin ucu martı kahkahası.
bir avuç yosun kokusu.
tramvay rayı.
vapur bacası.
kız kulesi.
sonra sevgili galata kulesi.
istanbul-kadın istanbul-kadın,inci gerdanlık.
bob marley.
deniz annesi,çok deniz annesi.
kırmızı karanfil.
avuç içlerinin kokusu.
seher vakti huzur.
bir adım,bir adım daha.......
kadınım,adamsın.
şimdi daha da kadınım.
bir kere daha.

13 Nisan 2007

Angara Angaraaaaaa!

Ankara burdan çok uzak mıdır? Uzaktır,uzaktıııııııır. Peki güzel midir? Güzeldir. Herkes görmek ister mi onu? İster. Eeeeeee,o zaman?
Niye şimdi bütün bu hisler? Bu kızmalar falan niye bu adama?
Sana gitmeeeeeeaaaaaaa demeyeceğim ama git-me Lavinya!
Yok artık!

8 Nisan 2007

"Caramio" çükületasına ek

Bir kere sormak lazım şimdi: Neden "caramio"? Daha doğrusu neden sadece "caramio"? Çünküüüüüü 1)ben çikolata yemem!valla yemem.sevmem yani.çünkü bir kakao ve kötü yağ yumağıdır çikolata gözümde.ağır gelir bünyeme.ikinci ısırıktan öteye geçmez,geçemez münasebetimiz. 2)"caramio" karamelli bir şeydir ve karamel hayatın tadıdır.karamel sıcaktır ama çikolata kadar baygın değildir.değdiği satıhta hemen hakimiyet kurar. sessiz sakin ilerler.ve bir daha söküp atılamaz.karamel neyin üzerinde olursa olsun kendini yedirir.karamel için bir kilo çikolata bile yenir(yok canım!)
Bu yüzden "caramio" karamiodur."caramio" karamelin ta kendisidir!


edit: bu, reklam içerikli bir post değildir. heidi buraya "caramio" yazdı diye bir kamyon çikolataya boğulmamıştır, boğulmayacaktır!

6 Nisan 2007

sizin blog mu?

-hmmmmm, sizin blog mu hanfendi?
-evet beyefendi, naçizane.

ohhhhhhhh,söyledim işte!

4 Nisan 2007

sterilize etmek vs. dezenfekte etmek

neymiş aralarındaki fark? hiçbir şeymiş!
sterilize etmek: mikropsuzlaştırmak
dezenfekte etmek: mikropsuzlaştırmak
diyor tdk.
(bildiğimi okurum,kılıfına uydururum pozu)
kapı gibi tdk yalan mı söyleyecek?

3 Nisan 2007

kıpır-fıkır-mıkır

içinde bir şey kıpırdar bazen.az önce kıpırdadı.sebep? kilometrelerce yol alıp gelmiş bir "caramio" çükületası.:-) ama lezizzzzzz.mmmmmmm ve hapur ve hupur.şimdi yüksek müsadelerinizle yalanacağım bir süre.


tekrar teşekkürler!
ve anladınız siz onu.

2 Nisan 2007

geldimmmmmm

ben bu-gün gel-dim!
ne ka-dar ka-lı-rım bil-mi-yo-rum.