22 Mayıs 2009

bir tam gün içinde gelen ilk söz

20 mayıs'ta-sabah-ben-geldim-aşağıdaki-yazıyı-yazdım.
bu en hafif ihtimalle salaklık bence. (fuck you premonition!)

öğleden sonraysa klimtli küçük defterin aralarında bir yere

canım çok yanıyor,

yazmak kusmak gibi
kustukça canım yanıyor.

yazmışım.

ama 21 mayıs'ı en çok ben yaşadım. dünyadaki herkesten çok. dünyadaki herkes yaşıyorken ben yaşamıyordum o günü de ondan.
22 mayıs başlasın istedim yirmi dört saat boyunca. başladığında fark etmedim ama neyse.

"nasılsın?"
bugünün popüler sorusu buydu. hemen arkasından da "neyin var?" geliyor. nasıl mıyım? açıklayayım:
bir çuval var mesela, kocaman. alıyoruz, ağzını açıyoruz, içine de mutfaktaki bütün cam eşyaları dolduruyoruz. ne varsa ama. sonra salona geçip o çuvalı hızlıca birkaç sefer duvara çarpıyoruz. sonra da kapının yanına öylece bırakıveriyoruz. hah işte, o hikayedeki çuval benim.

az önce baktım da bir aydır sapasağlam duran o güzelim klimtli defterin ön kapağı yarısına kadar katlanmış çantanın içinde, bok gibi olmuş tabii görüntüsü. bugün olmuş ama niyeyse, bir ay önce değil. (fuck you klimt! you, artful deceiver!)
altın rengi küçük karaca rozetin iğnesinin bugün hırkamı giyerken elime batmasına da tesadüf diyenler var hâlâ. pantolonumun sol dizindeki kırmızı kalem lekesinin gözüme gözüme batması da bugün oldu nedense. bu da bir tesadüf. (sinirlenme! emredersiniz komutanım.)

ama yanılıyorsun, klimt seni hiç görmedi.
yanılıyorsun çocuk, mühim olan farkında olmak değil.
yanılıyorsun canımın içi, yanılıyorsun iki gözüm, olduğunu sandığım hiçbir şey değilsin.
susuyorum kuzum, adımlarımı hissetme diye yürümüyorum bile.
ama sen
göğsünden söküp attıklarını cebinde taşıyabiliyorsun ya bu da sana ömür boyu yetsin.
iyi yolculuklar, iki gözüm.
gözlerinden öperim.

Hiç yorum yok: