23 Aralık 2008

teneke fayton, pembe ışık...

"bana kalem verir misin?" dedi genç kadın. "tamam" demekle yetindi genç adam. dil bilmediğinden değil; iyi bilir iyi konuşur türkçe denen dili. sormadı yine de kadının kalemi isteme maksadını. niye sorsun ki, kalem istemenin de maksadı mı olurmuş canım!
yazmaya başladı kadın. vapurun sarsıntısı yeni bir karakter katıyordu kadının el yazısına. dalgalarda yüzüyordu harfler. adam çokça ısırık bırakmıştı kalemde. âdeti olduğu üzere. severdi kalemlerin tepesini ısırmayı.
mavi bir su yığını vardı dört bir dolayda. deniz derler adına ya, derya der bazısı. aynı bu genç adam gibi bazısı.
belli ki ada'dan dönüyorlar. genç adam yorgun, hafif bir uykuya teslim. belki çok yürümüşlerdir yine, kim bilir... çok üşümüş, çok acıkmışlardır. ama kadın başını kaldırdığında olanca güzelliğiyle geçen ışıklı bir gemi görüverirse ne gam ne keder kalır. hep öyle olmaz mı zaten...
"hayaletlere inanır mısın?" dedi kadın birden. soracak başka bir şey bulamamış gibi. "hayır, ben masallara inanırım" dedi adam. süt beyaz bir çarşaf dalgalandı kadının göğsünde. hani nasıl derler, sıcacıktı çarşafın rüzgârı. "rüyâlara da inanırım" dedi adam sonra. "rüyâlar en büyük gerçeğimiz".
o anda güneş adamın yanakları olmalıydı. iki sarı halka iki yanda demlenirdi gün boyunca. öyle başka nefes alıyordu ki şimdi kadının kalbi, vapur sanki dura dura gidiyordu.
balıklar çok dipteydi. yıldızlar en yukarıdaki kuyuda. dünya diye bir şey yoktu aslında; dünya boşluktu, biz ne kadar doldurursak o kadar vardı.
şu anda toprak kadar gerçekti adam. yarın suya benzeyip rüyâlara geri dönecekti. yaşadıkları dakikanın hatrına yazdıkça yazdı kadın. yazıyla adamı yakalayabilecekmiş gibi.
habersizdi adam kadının yazdığından. siyah, parlak bir saç teli astı kadın son geçtikleri iskelenin demir parmaklıklarına. adamsa hepi topu bir nefesti.

uyudukça adam, kadın uyandı.

Hiç yorum yok: